Allah’ın toprakları : Marakeş

marasel

Fotoğrafçı Serkan Yıldırım 3 hafta kaldığı Fas’ı sadece ana caddeleriyle değil sokak aralarıyla da gezdi. Turistik etkinliklere olduğu kadar yerel halkın günlük hayatına da tanıklık etti. Mağribin güzel şehri Marakeş’i yani Allah’ın topraklarını yazı ve fotoğraflarıyla kaydetti.

Bahia Sarayı, her ne kadar kapısı sokağın köşesine baksa da o kapıdan içeri girmedikçe, bahçeleriyle ve göz göz odalarıyla bu kadar bir alanı içerde barındırdığını düşünemiyorsunuz.

Marakeş isminin orijinali Berberice olan mur (n) akush ve ‘Allah’ın toprakları’ anlamına geliyor. Kazablanka ve Rabat’tan sonra Fas’ın en büyük üçüncü şehri. Bir milyonun biraz üzerinde nüfusu var, caddeleri bisiklet ve motosiklet ile dolu. Az nüfusa ve küçük ulaşım araçlarının kullanılmasına rağmen trafiğin yoğun olduğu bölgeler ve zamanlar var. Hemen hemen her köşe başında bir trafik polisi var, ancak polisler trafiğin akışını düzenlemek yerine hata yapandan para kopartmayı asli görevleri olarak benimsemişler.

Fas’ı bilenler iklimini tarif etmek için güneşli ama soğuk bir ülke der. Hem Akdeniz’e hem de Atlas Okyanusuna kıyısı olmasına rağmen ülke coğrafyasının bir bölümü çölden ibaret. Marakeş’in eski yerleşimi surlarla çevrili Madina, tarihi bölge ve dar sokaklardan oluşuyor. İlyas Salman’ın “Sarı Mercedes” ini burada her yerde görmek mümkün taksiler genelde bu modeli tercih ediyor. Bunun yanında faytonlar hala güncel ve kullanımda.

Marakeş’in kapalı çarşısı

Marakeş’in kapalı çarşısı, bizim Kapalıçarşı’nın biraz daha mütevazi kardeşi. Dükkan sayısı az ama çeşitlilik bol ve Fas mimarisi keyifli bir hava katmış buralara. Riad dedikleri dar sokaklardan oluşmuş evler Indiana Jones filmlerindeki kaçış sahnelerini hatırlatıyor. Bu dar sokakların nerde biteceği hiç belli değil, kocaman bir meydana da çıkabiliyorsunuz.

Marakeş halkı ekonomik olarak pek de rahat değil. İşsizlik oranı çok fazla bu yüzden etrafta dilenen, sırf gözünüz ona değdi diye ücret talep eden insanlar bile var. Marakeş turistik bir şehir bu yüzden turistler yürüyen banknot gibi görünüyor yerel halkın gözüne. Dışardan gelen birisi için taksi ücretleri inanılmaz ucuz geldiği için bir taksiye bindiğinizde, taksimetreyi açmak yerine sizden 10 katına kadar para talep edebiliyorlar. Bu nedenle bindiğim iki taksiden de inip yürüyerek gittim meydana.

Bitmeyen eğlence

Gündüz kobra yılanlarının oynatıldığı, kucağınızda maymun ile fotoğraf çektirebileceğiniz, büyücülerin fal bakanların işgal ettiği alan akşam olduğunda seyyar restoranlarla doluyor. Tabi ki eğlence hiç bitmiyor. Bizde zenne denilen erkek dansözler hem dans ediyor hem de mini tiyatrolarını oynuyorlar. İlkel versiyonları da olsa lunaparklarda gördüğümüz ödül kazanma oyunları, taze portakal suyu satanlar, kuruyemişçiler… Meydana yaklaşırken müzik sesini uzaklardan duyabiliyor eğlenceye ve yemeğe yaklaştığınızı anlıyorsunuz.

Sokak lezzetlerinin başkenti

Balık ve et çeşitleri farklı tezgahlarda benzer şekillerde sergileniyor. Görüntüler genelde ilgi çekici. Tezgahın üstünde farklı tencerelerde binlerce yumurta farklı geliyor. İnsanlar masalara oturuyor, haşlanmış yumurta soyuluyor yuvarlak ekmeğin içine yağ, peynir, yumurta kimyon karışımı bizdeki kumpir yapımına benzer şekilde hazırlanıyor. Başka tezgahta pişmiş kalamarlar, balıklar, kızarmış patlıcan biber, kelle, beyin dil satan tezgahlar en ilginçlerinden biri. Diğer bir köşede ise salyangoz çorbası, sanırım bunda Fransız etkisi büyük.

Ben balık, ciğer ve sucuk denedim. Lezzetliydi. Yanlarında servis ettikleri kimyonlu domates salatası insanın olmayan iştahını bile kabartacak seviyede lezzetli. Balığın yanında yediğim patlıcan ezmesi ve yeşil biber kızartması bana büyüklerden yıllarca dinlediğimiz ‘nerde o eski sebzelerin tadı’ sözünün ne kadar gerçek olduğunu kanıtladı.

Arka sokaklarda süprizler

Daha önceki yurt dışı tecrübelerimden faydalanarak ana caddenin bir altında ya da üstünde, turistlerin çok da rağbet etmediği yerel halkın bildiği lezzet mekanlarını aramaya koyuldum. İlk önce köşesinde çiçek pazarı bile bulunan semt pazarı kıvamında bir yere girdim. Turistik eşyalardan balığa canlı tavuğa kadar inanılmaz çeşit bolluğu. Türkiye’de artık pek göremeyeceğimiz müşterinin gözünü değil sadece karnını doyurmaya yönelik dükkan tasarımları vardı karşımızda.

Endülüs’ün kardeşi Bahia Sarayı

Eski yerleşim yani Madina etkileyici bir yer. Her yer çarşıpazar kıvamında daracık sokaklar arasında. Marakeş’te imarla ilgili güzel bir düzenleme var. Kendi arazinize istediğiniz kadar yayılabiliyorsunuz ama gökyüzüne doğru yükselmek için izne ihtiyacınız var. Bu yüzden köşeli mimariye sahip minareler yükseklikleriyle hemen göze çarpıyor. Bununla birlikte koca bir sarayı fark etmeden kapısının önünden geçip gitmeniz de mümkün.

Belki buranın mimari ve yaşam kültürüne alışık olmadığımızdan belki de bizdeki abartılı ve süslemeli tabela sistemlerini kullanmadıklarından olsa gerek, aradığınız binanın yerini biliyor olmanız lazım. Çok göze çarpabilecek durumları yok çünkü.

Bahia Sarayı da bunlardan biri. Her ne kadar kapısı sokağın köşesine baksa da o kapıdan içeri girmedikçe, bahçeleriyle ve göz göz odalarıyla bu kadar bir alanı içerde barındırdığını düşünemiyorsunuz. Bahçeyi geçer geçmez her köşesi işlemeler ve mozaiklerle süslü, Endülüs’ün ihtişamını yansıtan, sarayı keşfetmeye başlıyorsunuz. İlk avlu görece olarak daha sade mavi ve beyaz hakim. Ortada bir süs havuzu, yazın sıcağında evi daha serin tutabilmek için çokça uygulanan bir yöntem. Bu avlunun etrafında çeşitli odalar yan yana dizilmiş her birinin tavan süslemeleri birbirinden güzel.

İkinci avluya geçmeden önce bizim selamlık diyebileceğimiz kadar geniş bir salon bizi karşılıyor. Tavandaki daracık camlı alanlardan hafifçe aydınlanan bu oda oldukça görkemli ve serin. İkinci avlunun ortası palmiye ağaçları ve muz ağaçlarıyla süslenmiş bir cennet köşesi sanki. Bu kısım ev sakinlerinin yaşam alanı ve daha süslü. Evin avluya bakan bütün kapıları ve duvarları süslemelerle dolu. Etrafınızdaki her şeyde ince işçiliğin, sabrın ve zevkin emarelerini görebiliyorsunuz.

Balık cenneti

Bilindiği gibi Fas hem Akdeniz’e hem de Kuzey Atlantik okyanusuna kıyıları olan bir ülke. Bu yüzden balık konusunda inanılmaz bir bolluk var. Sardalyası pek bir meşhur ve ayaküstü büfelerde sardalya ve benzeri küçük balıkları sandviç yapıp hızlıca servis ediyorlar.

Kaldığım apartmana yakın Al Bahriya adlı bir balık lokantasını buldum. Kesinlikle lüksten nasibini almamış, kendini lezzete odaklamış bir Marakeş restoranı bu. Çatal bıçak bile ancak balıkla servis ediliyor. Geleneksel pide ekmekleri sofrada, balık gelmeden bir tanesini bütün mezeleri silip süpürerek yiyorum her zamanki gibi. Acı zaten iştah açan dozda, pilavda pek bir kıvamındaydı bu akşam. Sonunda dil balığı da geliyor önüme. Ekmek hakkımı salatayla harcadığım için genelde balığı sek olarak damağıma yapıştırıyorum. Farklı lezzeti ilk anda hissediliyor. Sanırım kum üstünde pek bir dolaştıklarından olsa gerek aroması bulaşmış ve tuzluca, yine de çok lezzetli.

Yemesi pek bir sorunsuz canım, balığın kendisi diğer balıklardan çok daha yassı olduğundan sağa sola kılçık uzatmamış. Daha yumuşak ve beyaz olan alt kısmı tabağın üstüne gelecek şekilde servis edildiğinden çatal marifetiyle ilk lokmayı almak çocuk oyuncağı. Elimi değmeden pek bir sorunsuz yedim.

Balık sonrası tatlı zamanı hemen yan taraftan kuru yemişli avokado suyu alacağım. Pipete gelmeyecek kadar koyu olduğu için kaşıkla servis ediliyor. Balığın hesabı hiç bir zaman sürpriz olmuyor, tartıldığı gibi 52 Dirhem (11 TL), meze, pilav, salata, masadaki su ücretsiz.

Dar sokaklar, eski evler

Sabahın erken saatlerinden itibaren Jam Al Afna turistlerin ve alışverişe gelen yerel halkın akınına uğruyor. Bugün güneşli ve güzel bir gün bende dün gecenin yorgunluğunu üzerimden atar atmaz Jam Al Afna yolunu tutuyoruz. Kaldığım apartmandan 10 dakika yürüyüş mesafesinde. Ana caddeden gitmek yerine bir alt paralelinden yürüyorum hem keşif amaçlı hem de ana cadde trafik açısından yayalara problem olabiliyor bazen.

Jam al Afna ya ulaşmadan başka bir kapıdan Madina dedikleri eski yerleşim bölümüne girince farklılık hemen anlaşılıyor; eski evler dar sokaklar. Araba faaliyeti yok zaten buralarda motorsiklet, at arabaları ya da bisikletler var sokaklarda. Çok geçmeden daha önceden gece ziyaret ettiğim ama gündüz gelmeye tekrar karar verdiğim Riad’ların olduğu sokağa geliyorum. Riad aslında ortasında avlu ve havuz olan bir ev sistemi. Yazın aşırı sıcaklardan korunmak için dar sokaklardan inşa edilmiş küçücük kapılardan girilen evler.

Bu sokaklara girdiğiniz zaman sonunun hiç bir zaman gelmeyeceği düşüncesine kapılıyorsunuz. Sağa sola doğru kıvrılan, küçük geçitlerin olduğu dehliz kıvamında sokaklar. Casus ve egzotik filmlerdeki kaçış sahneleri için uygun yerler. Bir bakıyorsunuz yanınızdan birileri geçiyor sonra çabucak gözden kayboluveriyorlar. Riadların sokağına girdiğiniz anda şehrin ve pazar yerinin gürültüsü bir anda uzaklarda kalıyor. Bir iki kıvrımdan sonra tek duyduğunuz kuş sesleri ve evlerin içinden gelen sesler, kokular. Kimi sebze pişirmiş belli, gençler müzik dinliyor, çocuklar her zamanki gibi ağlıyor. Sokaklarda pek kimse olmasa da yaşam her haliyle hissediliyor bu sokaklarda.

Kuş sesleri inanılmaz. Belli ki evlerin birleşme noktaları yuva için, mutfak camları ise besin için elverişli yerler. Bazen iki adamın bile zor geçebileceği daracık sokaklarda kuşların ötüşleri anfi tiyatrodaki bir müzik sesi gibi etrafı dolaşıyor. Eğer bu daracık sokaklarda kimse yoksa sessizliğin verdiği bir dinginlik sizi bambaşka zamanlara alıp götürüyor.

Bu sokaklara girdiğiniz zaman sonunun hiç bir zaman gelmeyeceği düşüncesine kapılıyorsunuz. Sağa sola doğru kıvrılan, küçük geçitlerin olduğu dehliz kıvamında sokaklar. Casus ve egzotik filmlerdeki kaçış sahneleri için uygun yerler.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir