Kırılmış bir milletin toprakları : Kırım

kirim

1475’te Fatih Sultan Mehmet tarafıından fethedilen ve tarihimizde daha çok Kırım Savaşı ile hüzünlü ama özel bir yer edinen Kırım aynı zamanda birçok doğal ve tarihi güzelliğin de yurdu.

Bitmez bir matem günü

Kırım Simferepol’de, Ukrayna’da tek sağlam kalan Lenin heykelinin baktığı meydanda Şükriye Tutkun’un seslendirdiği ‘Ey güzel Kırım’ şarkısını dinlemek de varmış yolculuğumuzun durakları arasında. Bu şarkıyı dinlerken kültürümüzün en nadide müziklerinin sözlerinde Kırım kelimesinin bolca geçtiğini farkediyorum. Nedense hep ayrılıktan, hüzünden, gözyaşından bahseden şarkılar oluyor bunlar. Geriye dönük bir kısa tarih okuması yaptığımızda bunun sebebini anlamak hiç de zor olmuyor. Bundan tam 63 yıl önce Kırım’da yaşayan yüzbinlerce Tatar’ı gecenin üçünde vagonlara doldurarak ülkelerinden sürgüne göndermiş Ruslar. (Stalin dönemi). Aylar süren yolculukları Özbekistan’ın kumullarında biten Kırımlıların nüfuslarının yarısına yakını yollarda ölmüş. 18 Mayıs 1944’te başlayan bu sürgün 1990’lı yılların başlarında bitmiş. Geri gelebilen Tatarlar ülke nüfusunun ancak %11’lik kısmını oluşturabilmiş. Sürgünden hemen sonra Rusların yerleştikleri evlerine dönmekse artık kuru bir hayalden öteye gitmiyor. Vatandan, eşten, çocuktan, ev-barktan ayrılan Kırımlıların ilk sığınakları, tüm milletlerde olduğu gibi şairlerin dizeleri ve ozanların şarkıları olmuş. Gözyaşı dolu şiirler ve şarkılar. Her 18 Mayısta gözyaşları ile hatırlanan bu sürgün gününe Tatarlar ‘Matem Günü’ ismini koymuşlar. O zamanları yaşayanlar daha dün Kırımdan ayrılmış gibi hüzünlüler ve gözyaşları içinde matem tutuyorlar.

Bir çeşmenin gözyaşları

Rusların kurduğu yeni yerleşim birimi olan Simferepol’ün hemen yanında mütevazı duruşuna rağmen görkemli bir şehir var; yüzyıllarca tarihin önemli anlarında adından bahsettirmiş, şairler, sanatçılar, hassas insanlar kenti Bahçesaray. Gazi Giray başta olmak üzere Kırım Hanları tarih boyunca (özellikle bizim tarihimiz boyunca) önemli konumlarda bulunmuşlar. Bir sanat harikası olan Han Sarayı da bu konumun tam merkezinde yer almış. Han Sarayı ve Bahçesaray hala eski isimleri ile anılıyor. İsimlerinin Rusların değişim politikasından kurtulma hikayesi şöyle anlatılıyor; 1822 yılında ünlü Rus şair ve yazar Puşkin, sürgünde iken gezdiği Hansaray`dan ve çeşmenin hikayesinden çok etkilenmiş ve “Bahçesaray Çeşmesi” (Bahçesaray Fontan) adlı eserini kaleme almış. Şiir, o dönemde Çarlık Rusya`sında ve Avrupa`da meşhur olmuş. Bu şiire olan saygılarından dolayı şehir ve saray tahrip edilmemekle birlikte isimleri dahi değiştirilmemiş. İsimlerin kurtuluş hikayesi böyle, peki çeşmenin yaptırılma hikayesi ne diye düşündüğümüzde birçok rivayetle karşılaşıyoruz. En akla yakınını kaynaklar şu şekilde aktarıyor: Kırım Hanı Kırım Giray Han tarafından, çok sevdiği ve genç yaşta ölen eşi Dilara Bikeç anısına “Dünya durdukça bu çeşme de benim gibi ağlasın” diyerek Bahçesaray`lı bir taş ustasına 1763 yılında bu çeşmeyi yaptırmış. Puşkin’in ağlayan çeşme için yazdığı şiirin tatarca tercümesi şöyle:

Bahçesaray Çeşmesi… Onı şay tez mezarına ne kirsetti? Bu ümitsiz esirliknin kaygısı mı? Hastalık mı, yoksa diğer bir illet mi? Kim bile? O bu dünyanı tez terk etti. Han sarayı titislenip, boşap kaldı; Kırım-Giray kene ketti onı taşlap; Tümen-tümen askerinen yat illerge, Yat illerge yolga çıktı sefer başlap. O kene de kasırgalı soguşlarda Küskünlenip, kanga suvsap at oynata, Lakin hannın yureginde başka türlü Duygularnın alevleri gizli yata. O ekseri kızgınlaşkan uruşlarda Kılıçını birden siltep, tars toktala Pek çok vakıt şaytıp taşday katıp kala, Çevresine şaşkın-şaşkın bakıp tura. Bir şeyden korkkan kibi benzi ata, Öz başına söylene ve ara sıra Köz yaşını toktamadan akıttıra. Aleksander Sergeyeviç Puşkin

Unutulmaz savaşın unutulmaz müzesi Kulağımızda hüzünlü şarkılarla yola devam ettiğimizde uğradığımız en önemli duraklardan biri Sivastopol oluyor. Sivastopol’da görülecek en ilginç yerlerin başında Panorama müzesi yer alıyor. 1854-55 yıllarında Fransız ve İngilizlerin Rusları Kuşatması sırasında yapılan mücadelenin yarı gerçek yarı hayal (yarı resim yarı maket) anlatıldığı bir müze Panaroma müzesi. Dünyada görülecek en etkileyici, en unutulmaz müzelerden biri. Kubbe mimarisinin içbükeyliği bir ufuk ve gökyüzü alanı olarak kullanılarak 360 derece resmedilmiş. Müzeyi gezerken bir tam daireyi tamamladığınızda savaşa dair oldukça detaylı malumatlara da sahip olmuş oluyorsunuz. Maketlerle başlayan tasvirleme duvara gelindiğinde oldukça zor anlaşılan bir geçişle resme dönüşüyor. Kubbeye doğru devam eden gidişle (ve ilginç mimarisinin bir ürünü olarak kubbeye düşen gerçek gün ışığı ile) resim bir gerçekliğe bürünüyor.

Panorama, Rus panoramik resim sanatının kurucusu sayılan, Petersburg Sanat Okulu profesörlerinden Odessalı ressam Franz Alekseyeviç Rubo (1856 – 1928) başkanlığında bir heyet tarafından yapılmış. Rubo, 6 Haziran 1855 günü itibariyle Sivastopol kuşatmasında en kanlı çatışmaların yaşandığı 4. Tabya üzerinden (şu anda müzenin bulunduğu) bütün savaş alanının panoramik görünüşünü film şeridinden izler gibi tuvale aktarmış, resmetmiş ve ortaya bu harikulade eser çıkmış.

1901 yılında başlayan çalışmalarda savaş alanı üzerinde yapılan incelemelerin ardından Petersburg’da taslak resimler çizilmiş ve Münih’ten Schenchen, Merthe ve Fochar isimli Alman ressamlar ile Bavyera Sanat Akademisi’nden 20 öğrencinin de yardımlarıyla dev ebattaki bir yelken bezine (14 metreye 115 metre tuval) resimler yapılmış. 1904 yılında Sivastopol’a getirilen resimler 14 Mayıs 1905’te Sivastopol kuşatmasının 50. yıldönümünde törenle ziyarete açılmış.

2. Dünya Savaşı’nın bitişinin ardından V. N. Yakovlev başkanlığında toplam 17 ressamdan oluşan bir heyetin 3 yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından müze 16 Ekim 1954’te (Sivastopol kuşatmasının 100. yıldönümünde) büyük bir törenle tekrar ziyarete açılmış.

14 metreye 115 metre ölçüsündeki resimler seyir terasından 12 metre uzakta yer alıyor. Resimlerle gezinti terası arasındaki alana yerleştirilen birebir ebatlardaki maketler, cansız mankenler ve diğer görsel materyaller ile büyük bir derinlik ve görsel zenginliğe ulaşılmış.

Resimlerle maketlerin birbirlerini ayırt edilemeyecek kadar mükemmel bir biçimde tamamlaması ziyaretçilerin kendilerini bir anda savaşın içinde hissetmelerine ve anlatılanların da zihinlerde kalıcı bir biçimde yer etmesini sağlıyor.

360 derecelik tam bir turla müze gezildiğinde, Amiral Nahimov’un askerlerinin yanında savaşması, Dr. Nikolay Pirakin’in ilk defa narkozu kullanışı, yemek yiyen ve dua eden askerler, yanan bir mum, düşen bir top mermisinin yarattığı tahribat ve benzeri detaylar rahatlıkla görülebiliyor.

Kırımda görülecek diğer önemli adreslerin başında Yalta geliyor. Hemen ardından Sudak şehri ve ülkemizde de aynı ismi taşıyan kaleyi hatırlatan Kızkalesini kesinlikle görmek gerekli. İçinde Osmanlı döneminden kalma camisi ile (bugün müze olarak kullanılıyor) üzerinde kurulduğu dağın sisler içindeki manzarası gerçekten büyüleyici. Alupka’da Kırlangıçkayası, Gözleve’de Mimar Sinan’ın yaptırdığı Han Camii, Yalta’da Livadya Sarayı, Kefe’de (Feodosiya’da) ünlü ressam Ayvazovski’nin resim müzesi Kırım’da görülmeden gelinmeyecek diğer adreslerin sadece birkaçı.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir