Albayrak Grubunun yaşayan tarihi : Hacı Ahmet Albayrak’la söyleşi

ahmetalbayrak

Hacı Ahmet Albayrak, sokakta görseniz; elini öpmek isteyeceðiniz, her daim mütebessim, hayatı tanıyan bir Anadolu çelebisi. Büyük işadamı edalarıyla ortalarda dolaşarak, gençlere “Başarının sırrı þudur, kariyer yapmak isteyenlere 10 altın öğüt…” türünden nasihatler vermek yerine sohbet etmeyi tercih eden bir muhterem ‘hacı amca’! Yüzünde tevekkülün derin izlerini taşıyan Hacı Ahmet Albayrak’ı tanımlayan en uygun kelimeler; tevazu, cesaret, samimiyet ve vakar…

Hacı Ahmet Albayrak’la röportajımız, daha doğrusu sohbetimiz, Mihrabat korusunun çokça aşina olduğu o nefis Boğaziçi akşamlarından birinde, Mihrabat Restoran’da gerçekleşti. Böyle bir adamla röportaj yapamazsınız. Ancak sohbet edebilirsiniz ve biz de öyle yaptık…

200 yıllık kökenimizi biliyorum…

Şahsınıza gelmeden önce bize biraz ailenizin geçmişinden söz edebilir misiniz?

(Bakmayın burada şahsınız, siz gibi kelimeler kullandığımıza, aslında soruların çoğunda hitap “Hacı Amca” idi.)

H. Ahmet Albayrak – 1925’te Trabzon Ballıca köyünde doğdum. Ailemizin geçmişi çok eskilere dayanır. Ben 1793’e kadar uzanan şeceremi biliyorum. Köyümüzün kayıtlarına ulaşarak öğrendik. Ahmetullah oğullarından 4 kardeş Urfa’dan Trabzon’a göçmüş ve oraya yerleşmişler. Biz onların soyundan gelmişiz.

Çocukken hayat zordu… 

Çocukluğunuzdan söz eder misiniz bize biraz? Yaşadıklarınızdan hatıralarınızdan… Hayat o zamanlar nasıldı?

H. Ahmet Albayrak – İlk hatırladığım… Babam bir ev yapmıştı. Bir buçuk yaşındaydım daha. İnşaat halindeki evin ortasına kocaman bir yemek kazanı asılmıştı. Hummalı bir çalışma ortamı vardı. Hayatta ilk hatırladığım şey odur. Dokuz kardeştik biz, ben ikinci oluyorum.

İlkokulumuz beş köyün ortasında bir yerdeydi. Yıl 1930’lar… O zaman imkan yoktu. Beş köyün talebesi bir okula giderdi. Zaten o da bir sınıf ve bir öğretmenden ibaretti. Yaz kış demeden, dere tepe bir saat yol yürürdük okula gitmek için. Şimdiki çocukların oraya gitmesi imkânsız. Öğretmenimiz beş sınıfı birden okutuyordu. O dönemler zordu. 12 yaşında başlamıştım okula. O zamanlar öyleydi hep. Küçük yaşta okula gidip gelemezdik. Onun dışında… Babam zamanına göre varlıklıydı, esnaflık ve inşaatçılık yapardı. Yokluk çekmedik Allah’a şükür.

İlk iş, ilk hayat mücadelesi… – İlk işiniz neydi? Hayat mücadelesine nasıl atıldınız?

H. Ahmet Albayrak – Babam, 1939 yılında büyük depremden sonra inşaat yapmak için Erzincan’a gitti. 50’lere kadar orada inşaat yaptılar. İlkokuldan sonra babam benim okula devam etmemi istedi ama çok hareketli bir çocuktum. Okula değil işe gideceğim dedim. 1943 yılında Erzincan’a gittim. İlk işim, Erzincan’da babamın yapmakta olduğu inşaatlarda çalışmak oldu.

Bizim zamanlarımızda zorluk vardı.

Sizin gençlik zamanlarınız nasıldı?

H. Ahmet Albayrak – Bizim zamanımızda fakirlik had safhadaydı. Babam inşaat yaptığı için, biz aile olarak yine daha iyiydik. Yiyecek öğün bulamayanlar vardı. Millette yok, biz de paramız olduğu halde bulamıyorduk. Çevre köyleri dolaşır, satın almak için mısır, buğday arardım, bulamazdım, çünkü yoktu. Menderes dönemiyle birden zenginlik geldi ülkeye. Diyeceksiniz ki birden zenginlik gelir mi? Geldi işte…

Üç kuşaktır inşaatçıyız.

Kendi inşaat işinize nasıl başladınız peki? Biraz daha ayrıntılı anlatabilir misiniz?

H. Ahmet Albayrak – Biz, 3 kuşaktır inşaatçıyız. Babamın babası da inşaatçıymış. Biz, babamlarla birlikte 1950’li yıllara kadar Erzincan’da birçok inşaat yaptık. Ben, 18 yaşından beri inşaat işiyle uğraşıyorum. Hatta, ilk defa babam köyümüzün camisini yaparken onlara yardım ederek başladım diyebilirim. 1951’de Erzincan’dan Muş’a geçtik, orada Kız Sanat Okulu inşaatını yaptık. 1952’de Aydın’a gidip bir çok kooperatif evleri yaptık. 1954 yılında, tekrar Muş’a dönüp Muş Tren İstasyonunu yaptık. O zaman için büyük işlerdi. Bana sorarsanız; devrine göre Muş Tren İstasyonu, 90’larda yaptığımız İstanbul Metrosu’ndan çok daha önemli bir projedir. Daha sonra, Muş’tan Balıkesir’e geçip tatil köyü konutları inşa ettik. Oğlum Ahmet’in doğduğunu da o sıralar mektupla öğrendim.

Gurbet zor iş…

H. Ahmet Albayrak – Kendi inşaatlarıma başladığım zamanlar Menderes dönemine denk geliyor. O dönemler, memleket için iyiydi; Menderes’ten sonra memleket refaha kavuşmaya başladı. 1960 senesinde, babam inşaat işlerini bıraktı; tası tarağı topladık, Trabzon’a döndük, esnafl ık yapmaya başladık. Gurbet çekmek zor iş… (Uzaklara bakıyor, duygulanıyor…)

Ama 66’da Pülümür depremi olunca, Erzincan’daki faciayı yaşamış olduğumuzdan yerimizde duramadık, sattık tezgahları, adam toplayıp doğru Tunceli’ye (Pülümür) gittik. Oraya kurduk şantiyeyi. Bize araç gereç de verdiler. Gittik depolardan kereste malları aldık, başladık inşaatlara. 3 ay çalıştık. 3 aydan sonra kış geldi. Şiddetli soğuklar başladı. Şantiye karar aldı; bütün inşaatlar paydos etti. O kara kışta geri dönüşümüz de pek zor oldu. Bele kadar kar var, araba yok. Yolun çoğunu yürüyerek döndük.

Ele çalışmayalım memleketimize çalışalım.

 İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?

H. Ahmet Albayrak – 1967’de geldik İstanbul’a. İstanbul’a geldiğimizde babam sağ idi. O zamana kadar babamla beraberdim. Babam, 1987’nin Eylül ayında vefat etti. Zaten burada bir kolumuz vardı. Gelmeden birkaç arsa almıştık. Gelir gelmez inşaatları yapmaya başladık. O dönemde Almanya’ya gidenler çok oldu. Biz gitmedik. Burada işimiz var. Ele çalışmayalım memleketimize çalışalım dedik. 10 kişilik bir ekiple geldik İstanbul’a. İcabında tuğla taşınacak, harç taşınacak. 42 yaşındaydım. “Hadi bakalım” diyorsun, taşıyorsun. İstanbul’da ilk inşaatımızı Samatya’da yaptık. Sonra Yedikule’ye geçtik. Yedikule civarlarında, 1978 senesine kadar inşaatlar yaptık. Öylece iş büyüdü. Küçükçekmece’de 40 dairelik inşaatlar yaptık. Tabi aralarda inşasına devam ettiğimiz ve yeni başladığımız inşaatlar da vardı. 300-400 dairelik büyük işler yaptık.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde personel taşımacılığı işini şirket olarak ilk biz yaptık.

Taşımacılık işine nasıl girdiniz?

Yani o zamana kadar inşaat işinde uzmanlaşmışsınız. Neden böyle bir karar aldınız? H. Ahmet Albayrak – 1982 yılında personel taşımacılığı işine girdik. Çünkü, ihtilalden sonra inşaat işi iyice durma noktasına gelmişti, kendimize başka bir sektör arıyorduk. Ülker’in taşımacılık işine talip olduk. Çok kıymetli ortak dostumuz olan rahmetli Nalbur Emin Efendi vesile oldu, Ülker ile çalışmaya başladık. Personel taşımacılığı işini, Büyükşehir Belediyesi ile şirket olarak ilk biz yaptık. Abdullah Tırtıl Paşa Belediye Başkanı iken İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile çalışmaya başladık. O zamandan beri de Dalan ve Sözen zamanları da dâhil olmak üzere belediye ile çalışmaya devam ettik. Niye? Çünkü biz hep dürüst çalıştık. 1986’da inşaat sektörüne yeniden girdik. Küçükköy’de 100 dairelik Uğurgül Konutları işini aldık.

Halen işlerle ilgilenirim…

Şimdi işlerle fiilen çocuklarınız uğraşıyor. Emekliliğin tadını mı çıkarıyorsunuz yoksa hala yerinizde duramayıp işlerle ilgilendiğiniz de oluyor mu?

H. Ahmet Albayrak – Ne demek? Tabi ki işlerle ilgileniyorum hala. Yeni işlerle ilgilenirim. Tümosan’a, Trabzon Limanı’na, Ereğli Tekstil Fabrikası’na ve inşaatlara sürekli uğrar, takiplerimi yaparım. Şantiyeleri muntazaman gezerim. Şimdilerde Büyükçekmece’de bir cami inşaatı yapıyorum, vaktimin büyük kısmını o alıyor zaten.

Başarıyı dayanışma ve kardeşlik getirdi…

Başarıyı neye bağlıyorsunuz?

H. Ahmet Albayrak – Başarıyı ittifaka bağlıyorum. Bir sıkıntı olur bir mesele olur, hiç bölünmeyiz. Bölünmedik. Her zaman birbirimize bağlı olmaya bağlıyorum. Birbirimize asla sinirlenmeyiz. Çok sıkıntılar çektiğimiz zamanlar oldu. Sıkıntı olsa da uzlaşırız hep. Tenkit etmeyiz birbirimizi. Çocuklara hep söylüyorum “Tenkit etme, tenkide uğrarsın.” Bugün geri dönüp baktığımda, büyük ve huzurlu bir aile görüyorum. Herkesin emeği var bu huzurda… Eşimin çok büyük emeği var, oğullarımın ve kızımın çok büyük emekleri var. Bak ben geçen bayram saydım, elimi öpen torun sayısı yirmi beş olmuş! Var sen hesap et bendeki huzuru artık, tabii maşallah da diyeceksin! (gülüyor)

Çocuklarıma nasihatlerim…

Çocuklara başka neler söylüyorsunuz? Mesela işleri devrederken ne tavsiye ettiniz?

H. Ahmet Albayrak – Çocuklarıma işe başlarken tavsiyem ‘çok çalışın’dı. Çocuklarıma dedim ki; siz altı kardeşsiniz, birbirinizi sahiplenin ve çok çalışın. Herkes bir işe sahip çıksın, iyi çalışsın dedim… Çalıştılar, beğendim çalışmalarını. Her zaman çalışmalarını ve herkese faydalı olmalarını nasihat ettim. Çalışırsan toplumun hepsi faydalanır senden. Biz, her zaman çevremize yardım etmeye çalışan bir aile olduk. Ben Allah’a şükür hiç açlık çekmedim. İnsanlar da bu zorlukları çekmesin diye yardım etmek gerekir. Haksız kazanca da hep karşı olduk.

Çocuklarımın hepsi benim için aynı…

Peki çocuklarınızdan hangisini daha çok seviyorsunuz?

H. Ahmet Albayrak – Bence çocuklarımın hiç farkları yok. Hepsi eşit bana göre. Ben onlara hep bir bakıyorum. Ben onlardan razıyım, mevlâm da razı olsun!

Bize biraz çocuklarınızın özelliklerinden bahseder misiniz?

H. Ahmet Albayrak – Gerçekten de hiç ayırmam çocuklarımı, tabii hepsinin kendine has özellikleri var. Mesela, Ahmet çok duygusaldır, çabuk sinirlenir ama siniri uzun sürmez. Bir de asla kin tutmaz. Bayram bana çok düşkündür. Hayır işlerine koşar hep, mahirdir de. Nuri’nin temsil yeteneği vardır. Spor konularına da çok yatkındır. Şimdi de bu özelliklerine uygun bir yerde zaten. Kazım için herkes çok yakışıklı der, bana benzemiş demek ki. Giyimine kuşamına çok önem verir. Kazım sanatkardır aynı zamanda, resim çizer mesela, kabiliyetlidir. Mustafa’nın kafası hesap kitap işlerine çok iyi çalışır. Geçmişte çok para verdim ama bir türlü geri ödemedi. Ben de kestim musluğun suyunu. Ara sıra bu yüzden kızdırıyorum onu. (Hacı Amca burada çok keyifl eniyor.) Muzaff er’in ikna kabiliyeti çok kuvvetlidir. Hatta diğerleri bana bir şey yaptıramadıkları zaman Muzaff er’i devreye sokarlar. En son geldiler, ‘Sen bizim babamızsın, bize sen bakacaksın!’ dediler bana. ‘En küçüğümüz yetmiş beş yaşına gelene kadar bakacaksın hepimize!’ dediler. Bir hesap yaptım, onlar o yaşa gelene kadar ben de yüz on beş yaşında oluyorum. Kârlı alışveriş yani. Kabul ettim, o yaşa geleyim, bakacağım size dedim. Ama latife bir yana, çocuklarımın hepsi benim için birdir. Çalışmalarından, gayretlerinden, doğruluklarından çok memnunum ve onları başarılı buluyorum. Tabii bir de kızım var. Ayırmam dedim sana ama bende yeri apayrıdır kızımın!

Çocuklarımla ilgili bir anımı anlatayım size…

H. Ahmet Albayrak – Bir gün eve geldim. Kazım, Mustafa, Muzaffer yazı tura oynuyorlar. İlkokulda okuyorlar o zaman. Kazanan diğerinin parasını alıyor. Kumar mı oynuyorlar diye kızdım. Oyunlarına girip, bir ders vermeyi planladım. Maksadım kumarın kötülüğünü anlatmak. Oyuna girdim, hile yaparak kızdırdım bunları, aldım paralarını ellerinden, oyunlarını bozdum yani. Kumarbaz mı olacaksınız başıma diye kızdım. ( Keyifli bir şekilde, gülerek anlatıyor hikayeyi.) Ertesi gün eve geldim, baktım üçü de melaike gibi oturuyorlar. Oyun oynayalım mı diye takıldım. Başlarını kaldırmadan; biz seninle oynamayız, sen hile yapıyorsun dediler. (Mustafa Albayrak’a konuyu sorduğumuzda “başlangıçta her şey iyiydi, kaybetmeye başlayınca, zor kullanarak paralarımızı elimizden aldı” şeklinde anlattı aynı olayı!)

Siyasete girersek gerektiğinde rest çekemeyiz.

Siyasete girmeyi düşündünüz mü hiç?

3 darbe gördüm, yaşadım. Darbeler, memleketi çok büyük zaafa uğrattı. Kim yapıyor neden yapıyor, sebebi nedir anlaşılmıyor. Kardeþi kardeþe vurduruyorlar. Kötü yönetimlerden bahsetmeyeyim. Menderes, Özal ve Tayyip… Memlekete hayrý dokundu bunlarýn. Þimdi Allah’a þükür bereket var. 32 albayrak H. Ahmet Albayrak – Siyaseti hiç düşünmedik. Siyaset bize uymaz. Siyasi olursak gerektiğinde rest çekemeyiz. Kimseye minnet etmeyiz. Bize gelmez o işler. Ama bugüne kadar tüm seçimlerde oyumu kullandım. Seçimlerde oy atmak çok önemli. Hiç aksatmadım bu güne kadar. Oy kullanmak vatani bir vazifedir.

İyi ve kötü siyasi yönetimler gördüm…

H. Ahmet Albayrak –3 darbe gördüm, yaşadım. Darbeler, memleketi çok büyük zaafa uğrattı. Kim yapıyor neden yapıyor, sebebi nedir anlaşılmıyor. Kardeşi kardeşe vurduruyorlar. Kötü yönetimlerden bahsetmeyeyim. Menderes, Özal ve Tayyip… Memlekete hayrı dokundu bunların. Şimdi Allah’a şükür bereket var.

Hayatımda hiç maça gitmedim

Haydi siyaseti geçtik, sporla aranız nasıl?

H. Ahmet Albayrak – Hiç maça gitmedim hayatımda. Nuri’nin eskiden beri merakı vardır bu futbol işine. Ben bilmem, anlamam. Merakım yok yani, beşyüz sene ömrüm olsa, beş dakika dönüp bakmam! Ama yüzmeyi çok severim mesela.

Hayatınızda “Keşke yapmasaydım.” dediğiniz, pişman olduğunuz bir şeyler oldu mu hiç?

H. Ahmet Albayrak – Ufak tefek hatalarımız elbette olmuştur. Ama pişman olduğum bir iş… hayır, hiç olmadı Allah’a şükür. (Belki bu son soru ve bu son cevap; bütün bu konuşulanlar içinde en önemli olanıydı. Bir insanın hayatı boyunca pişman olacağı işler yapmadan yaşaması, açıp baktığında vicdanında en ufak bir siyah nokta görememesi… Bütün bir hayatın, huzur ve mutlulukla geçmesinin sırrı bu olsa gerek. Hacı Ahmet Albayrak’ta olduğu gibi…)

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir