Alp ve Erenlerin Piri: Hoca Ahmet Yesevi

kultur

“Ey dostlar! Bir kimse Allah-ü Te âlâ’nın aşkı ile yanarak bu denizde usta bir dalgıç olmadıkça, bundan çok daha derin olan Vahdaniyet denizine giremez. Ona girmek için (Tevhit ilmini öğrenerek) usta bir dalgıç olmak gerekir.”

Dostluk penceresinden göz kırpan bir hayat kayda geçmişse takdiri ilahide, bunu ondan başkası değiştiremez. Büyük bir beyin ve düşünce insanı olsanız da, yazılanlar ve yaşanması gerenler bir tür film şeridi gibi geçer tarihin perdesinden. Geriye sadece “Dostluk” izi kalır.

“Ey dostlar, cahillerle dostluk kurmaktan sakınınız!”

Ahmet Yesevi’nin yaşamı ve hikmetli hayatı da Kazakistan’ın Yesi şehrinde başlamıştı. Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve tarım ırmağına dökülen Şahyar nehrinin küçük kolu olan karasu üzerine kurulan Sayram kasabasında doğdu. Önemli bir yerleşim merkezinde yaşanmış bu hikâye daha sonra Ahmet Yesevi ismi ile anılacak ve tarihe şahitlik edecekti… Büyük devrimler yaşanırken o zamana tanıklık eden, yaşayan insanlar tarafından fark edilmez. Fakat ilerleyen zamanlarda geçmişte yaşanılan bu değişimler tarihte devrim olarak kayda geçer… Kimse farkına varmaz o yıllarda, bu ışığın küçük bir çocuğun gözlerinden yansıdığına ve hikmetin neticesi fark edilmez. Yeni bir güneş doğmuştu, sancılarıyla ve kaderin küçük gövdesine aldırmadan ‘büyümek ve olgunlaştırmak adına’ sırtına yüklediği çeşitli yük ve sızılarıyla, fark ettirmeden yansıyan bir güneşin ilk kıvılcımlarıydı bu doğum. Büyüten şekil veren, biçimlendiren, akımlar başlatacak olan ve akımları peşi sıra ardından sürükleyecek bir birikimdi o. Bir derdi olmalıydı, hayatında kayda dair… Şeyh İbrahim ismi ile anılan babası Muhammet Hanefi kanalıyla Hz. Ali’ye dayanan soylu bir zattı… Annesi Ayşe Hatun hoş, zarif bir hanımefendi idi. İlk evlatları olan Gevher Şehnaz isimli kızlarından sonra Ahmet Yesevi’ye kavuşmuş olmanın guruyla, mutluluklarının katlandığı mütevazı yuvalarında yaşayıp giderken, yedi yaşına geldiği zaman önce annesini ardından da babasını almıştı ölüm meleği. Ablasının şefkatine sığınmaktan başka çaresi yoktu artık küçük Yesevi’nin, henüz kimsenin farkına varmadığı o küçük cevher ve ablası Şehnaz, Yesi şehrine yerleştiler…

Aslan baba hanesinde yayılan ışık

Tahsiline Yesi’de başlayan Ahmed Yesevi, küçük yaşına rağmen birtakım tecellilere mazhar olması, beklenmeyen fevkaladelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çekmişti. Ahmed Yesevi ilk eğitimini kendisi yedi yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh’den aldı. Babasının ölümünden sonra Arslan Baba, eğitimini üstlendiği Ahmed Yesevi’nin aynı zamanda manevi babası olmuştu. Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır’ın delaletine nail olan Ahmed Yesevi Yesi’de Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyz almaya başladı. Arslan Baba’nın Yesi’ye gelerek Ahmed Yesevi’yi bulması Hz. Peygamber’in manevi bir işaretine dayanır, düşünceleri ve söylemleri Peygamber ile aralarında ki bağı çözümler bir açılım olabileceği kanaatini ortaya çıkarıyor. Arslan Baba’nın terbiye ve irşadı ile Hoca Ahmed Yesevi kısa zamanda mertebeler aşar ve şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Mezar-ı Şerifte bulunduğu bir dönem, İmam Rıza’nın öğrencisi olduğu belirtilen Arslan Baba’nın, Yesevi’nin manevi yücelmesinde önemli bir yeri mevcut. Fakat fazla uzun olmayan bir müddet içerisinde de Arslan babasını kaybeder… Yine boşluklarda süren bir hayat kavgasının içinde bulmuştur kendisini. Hayat hamur gibi yoğurur ruhunu ve Yesevi, Arslan Baba’nın vefatıyla Buhara’ya gider. Orada Ehli Sünnet âlimlerinden Yusuf Hamedanî’ye bağlanarak, manevi ilimleri tahsil eder. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) alır.

Divan-ı Hikmet

Divan-ı Hikmet, toplam 217 adet hikmetten oluşuyor. 1. Hikmet’ten bir bölüm… Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte. Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup “İkinci defter” sözlerini açtım ben işte. Sözü söyledim, her kim olsa cemale talip Canı cana bağlayıp, damarı ekleyip, Garip, yetim, fakirlerin gönlünû okşayıp Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte.

Hoca Ahmed Yesevi, Yesi’ye yerleştikten sonra Türkistan’ın her yerinden gelen ve eğitimini tamamlayan sonra bütün Türk yurtlarında İslam’ı tebliğ ile görevlendireceği müritlerine İslam’ın Zahiri ve Batınî ilimlerini öğretmeye başlar. Rivayetlere göre Ahmed Yesevi dergâhında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına, Çin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşat göreviyle gönderdiği dervişlerinin sayısı doksan dokuz bindir. Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu ifade etmesi yönünden gerçeğe işaret eder. Yine başka bir rivayete göre, Ahmed Yesevi’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı.

“Şeriat, tarikat ve hakikatten nasip almak isteyen, büyük velilerin makamına ulaşmak, cehennemden kurtulup cennete kavuşmak isteyen kişi ilim tahsil etmelidir.”

“Artık bizim için yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır!”

Pir Ahmet Yesevi altmış üç yaşına geldiğinde “Artık bizim için yerin altı yerin üstünden daha hayırlıdır!” diyerek yeraltında kendisine bir oda (çilehane) yaptırmış, 73 yaşında Hakkın Rahmetine kavuşana kadar, aşağı yukarı on sene, burada yaşadı. Hoca Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (s.a.v)’in altmış üç yaşında vefat ederek yeraltına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (s.a.v)’den daha fazla gezmekten hayâ etmesini göstermekteydi. Sevgi ve sadakatin timsali olarak ‘ölmeden evvel ölünüz’ sözüne binaen hayatta olduğu süre içerisinde yine bir örnek yaşam biçimi ile karşımıza çıkan Yesevi, yaşamını sevgisine ortak etmişti… Yeryüzünde aldığı nefesin, Efendisi’nden ayrı olmasına artık ne ruhu razı idi, nede bedeni, sadakatini bu şekilde göstermişti…

Şiirlerini toplandığı eser olan Divan-ı Hikmet’te Ahmed Yesevi’nin yeraltında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan kıssalar önemli bir yere sahiptir. Esasen Divan-ı Hikmet’ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahi ilham ile bu mekânda Ahmed Yesevi’nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kâğıt üzerine nakşedilmiş.

Sünnet-i nebeviye olan saygı derecesini gözler önüne seren bu davranışının kanıtı olan yeraltında uzun süren bir halveti yaşadığı hücresinin kalıntılarından kendini belli ederek bugün hâlâ canlılığını korur.

Pir, hayatında geçim sıkıntısı çekmedi

Mütevazı ve ince bir kişiliğe sahip olan Pir, hayatında da geçim kaygısı gütmemişti. Ağaçlardan tahta kaşık yapar, yaptığı kaşıkları kepçeleri bir öküzün heybesine doldurur ve pazara salardı. Hayvan alışmış olacak ki, kendi kendine pazarda dolaşır insanlar kaşık ve kepçelerden alır ve gönlünden geçen bir miktar parayı heybeye atarlardı. Arada bedavacılar çıkıp heybeden bir şeyler aşırsa öküz başlardı onu takip etmeye, ta ki malın hakkını heybeye koyana kadar.

Türkçe’den vazgeçmedi

O, Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat, Edebiyat ve Şiir’in kapılarını aralamıştı. Yesevî, İslâm tasavvufunu esas alan, bilim, edebiyat ve sanata önem veren bir medrese kurdu. Bu medresenin, konuşma dili, yazışma dili, şiir ve edebiyat dili, eğitim ve öğretim dili Türkçe idi. Buradan yetişen binlerce insan Türk Dünyası’nın her tarafına dağıldılar. İlminde yeterlilik icazetini alanlar,gittikleri her yerde Yesevî’nin Türkçe şiirlerini, yani HİKMET’lerini tekrar tekrar seslendirdiler. Bu şekilde
yeni bir Türk edebiyat akımı da doğmuş oldu.

“Miskin kul hoca Ahmet
Yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de
Sevip söyler Türkçeyi”

Ulu bir rehber

Ahmet Yesevi Hazretleri’nin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıydı. Bu hikmetli sözlerde şeriat erkanını ve tarikat adaplarını anlatmıştı. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattı. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır. Yeseviliğin, adapları müridlerin uyması gerekli hususlar ve ahkâmları vardır. Yesevi dergâhı, fakirler, yoksullar, yetim ve çaresizler için bir sığınak yeriydi. Bu dergahlar aynı zamanda, tekke edebiyatının ilk temsil edildiği yerler olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadolu’daki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerinden tayin ettiği halifeleri şunlardır;

Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Haki Ata (Bu Türkler arasında en meşhur halifesidir) Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata vb. Bu halifelerinin yetiştirdiği birçok talebe ki; Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi talebeler Anadoluda, Ahmet Yesevi Hazretlerinin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile halkın anlayacağı, sohbet tarzındaki “Hikmet” adlı şiirleri, Çin’den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk milletine manevi ışık olmuştur. Ahmet Yesevi Hazretleri Hicri 590 (1194)’de Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir