Bir Çağın Öncüsü : Gazzâlî

gazzali

İslâm düşüncesinin teşekkülünde çok önemli bir yere sahip olan Gazzâlî (ö. 1111) kelâm, felsefe, usûl, mantık ve tasavvuf gibi disiplinlerde kaleme aldığı eserlerin güçlü ve etkin dili sayesinde hem Müslümanlar arasında hem de Batı’da en çok tanınan ve itibar gören düşünürlerden biri olarak dikkat çeker. Vefatının 900. sene-i devriyesi vesilesiyle geçtiğimiz yıl pek çok bilimsel toplantının da konusu olan Gazzâlî, güncelliğini muhafaza eden düşünce sistemiyle bugün de önemini korumaya devam etmektedir. Türkiye’nin önde gelen Gazzâlî uzmanlarından Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı ile Gazzâlî’yi konuştuk.

Öncelikle şuradan başlamak istiyorum: Günümüzde Gazzâlî, hususen piyasadaki eserleri vesilesiyle bir tür ‘vaiz’ gibi algılanmakta ve zannedersem bu sebeple düşüncesinin derinliklerine inme imkânı kaybedilmektedir. Bu çerçevede acaba Gazzâlî’nin hayatı ve eserlerinden ana hatlarıyla bahsederek onun İslâm düşüncesindeki yerinden söz edebilir misiniz? Gazzâlî derken nasıl bir âlimle karşı karşıyayız?

Evet, burada dikkati çekmemiz gereken nokta şu: Gazzâlî, hakkında sorulduğu zaman hemen herkesin belli bir tasavvura sahip olduğu, herkes için bir anlam ifade eden ve kimsenin kendisine yabancı hissetmediği bir düşünür ve yazar akla geliyor. Gazzâlî, benzeri çok az görülen çapta bir teveccühe mazhar olmuştur. Bu nedenle olsa gerek, Gazzâlî’nin yazdığı eserler veya eserlerinden seçilmiş bölümler hemen herkesin ilgisini çekmektedir. Ülkemizdeki dînî yayınlar tablosuna göz attığımız zaman Gazzâlî’nin ne kadar geniş bir yer tuttuğunu görmekteyiz.

Gazzâlî, her birimizi ilgilendiren sorunlarla karşılaşmış; bilgi, varlık, nihai hakikat, erdemli yaşayış gibi düşünen her insan için hayati önem taşıyan alanlarda kuşkularla mücadele etmiş. Bu yüzden anılan meselelere dair cevapları geçmiş nesiller gibi bizim için de önemli.

Hiç kuşkusuz bunun bir sebebi, Gazzâlî’nin büyük bir düşünür oluşudur. Başka bir ifadeyle Gazzâlî’nin herkese hitap edebilmesi, onun hepimizi ilgilendiren konulardan bahsetmesinden kaynaklanıyor. Bu nedenle kimileri Gazzâlî’yi bir vaiz olarak görebilirken, bazıları da onu hayatımıza yön verebilecek çapta büyük sorunlarla mücadele etmiş ve doğru cevapları bulabilmiş bir düşünür olarak görüyor. İşin doğrusu, temel sorun, kendimizi ve hayatımızı ne kadar ciddiye aldığımızla ilgili. Çünkü Gazzâlî gibi İslâm düşünürleri çok yönlü âlimlerdir. Herkes sorusunun büyüklüğü oranında onlardan istifade edebilir. Bununla beraber Gazzâlî hakkında, üniversitelerimizde çeşitli disiplinlerin çalışmaları arttıkça onun düşüncesinin derinliklerine inebilme imkânını daha çok elde edebileceğiz. İslâm ilimleri söz konusu edildiğinde mesela kelâm düşüncesinde âlimlerimiz Gazzâlî’yi mütekaddimîn-müteahhirîn (öncekiler-sonrakiler) ayrımının odak noktasına yerleştirirler. Başka bir deyişle Gazzâlî, İslâm toplumunda düşünce ve bilim alanında çığır açmış, çağ değiştirmiş bir düşünürdür. Bu itibarla Gazzâlî’yi sıradan bir yazar gibi okumak ona karşı haksızlık olur. Gazzâlî bizim için çok daha fazlasını ifade eden önemli bir düşünürdür.

Galiba Gazzâlî’nin hayat hikâyesi de onun bizim için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor, öyle değil mi?

Kesinlikle. Gazzâlî, her birimizi ilgilendiren sorunlarla karşılaşmış; bilgi, varlık, nihai hakikat, erdemli yaşayış gibi düşünen her insan için hayati önem taşıyan alanlarda kuşkularla mücadele etmiş. Bu yüzden anılan meselelere dair cevapları geçmiş nesiller gibi bizim için de önemli. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, yalnız kalmış, eğitimini bir başına sürdürmeye çalışmış, mesleğinde çok yüksek makamlara gelmiş fakat bu durum kendisini manevi anlamda tatmin etmediği için büyük düşünce krizlerine girmiş ve nihayetinde kendince bir itidal haline ulaşmış. Bu serüven hepimizi ilgilendiriyor.

Gazzâlî 1058 yılında Horasan bölgesindeki Tûs şehrinde doğdu. Babasının mesleğine (yün eğirtip satan=gazzâl) atfen Gazzâlî diye anıldığı söylenir. Babası pek varlıklı değildi fakat ilim ve irfan aşığı bir kimse olduğu aşikârdır. Bu sebeple Gazzâlî ve kardeşi Ahmet’in -ki Ahmed Gazzâlî de tasavvufun önemli isimlerinden biridir- eğitimine büyük önem vermiştir. Okuma-yazma, Kur’ân-ı Kerîm öğrenimi, dil bilgisi gibi temel bilgileri çocukluk yıllarında tahsil etmiş, babasının vefatının ardından medreseye intisap etmiştir. Bundan sonraki süreç hep bir ilim talebiyle seyahat biçiminde şekillenir Gazzâlî’nin hayatında.

O dönemin önemli merkezlerinden Cürcan ve Nişabur’a gitmiş; Nişabur’da düşünce dünyasının teşekkülünde çok önemli bir yeri olan İmam Cüveynî’nin yanında yetişmiştir.

Gazzâlî’ye göre iyi ahlâk sahibi olmak güçlü bir iradeyi gerektirir ve bunu bize mücâhede kazandırır. Geniş anlamıyla ibadet de budur. Şu halde insan ancak Hakk’a kul olduğu oranda hürdür.

İslâm düşüncesinin sorunlarına hâkimiyeti ve dînî konulardaki dirayeti sebebiyle kısa sürede meşhur bir bilgin olarak temâyüz etmiş, devamında ünlü vezir Nizamülmülk’ün kurduğu Bağdat Nizamiye Medresesine Başmüderris olarak tayin edilmiştir. İşte burası Gazzâlî’nin meslekî kariyeri açısından zirveye çıktığı yerdir. Bir âlim için en büyük paye bu belki. İslâm dünyasının en büyük öğretim kurumunun başındaki isim… Fakat burası Gazzâlî’nin krizinin de başladığı yerdir aynı zamanda.

Tam da burada araya girmek istiyorum. Gazzâlî’nin Munkiz adlı eserinden hareket ederek onun ne tür bir ‘kriz’ yaşadığından ve bu krizin temel saikleri ile Gazzâlî’nin bunlara cevaplarından bahsedebilir misiniz? Çünkü ona yapılan haksız bir eleştiri var malumunuz, ‘felsefî düşünceyi bitirdiği’ yönünde. Biraz da bu çerçevede söz konusu kriz ve Gazzâlî’nin tutumunu biraz açar mısınız?

Gazzâlî en önemli eserlerinden biri olan Munkiz’i hayatının son yıllarında kaleme almıştır. Bu nedenle dünyaya bakış tarzı yerleşmiş, düşünceleri belirli bir netliğe ulaşmış ve yaşadığı fikir serüveni açısından bir tatminkârlığa ulaşmıştır. Bu eserde hakikate ulaşabilmek için bir insanın gösterebileceği üstün çabanın gözler önüne serildiğini müşahede ederiz. Önemli bir otobiyografi niteliği taşıması bir yana, eser, Gazzâlî’nin bizim için neyin gerekli olduğuna dair ana fikrinin özetini verir. Gazzâlî’nin yaşadığı krizin kaynağı, döneminin etkin düşünce geleneklerinin -ki bunları kendisi kelâm, felsefe, Bâtınîlik ve tasavvuf olarak dört ana grupta topluyor- insanın hayatında sorabileceği en önemli soruları olan ‘Ben kimim? Bildiklerimin ve yaptıklarımın değeri nedir? Hakikat nedir ve ben ona nasıl ulaşabilirim?’ gibi temel sorulara yeterli kesinlikte cevaplar veremediğini fark etmiş olmasıdır. Gazzâlî’nin farkına vardığı diğer şey, akıl gücümüzü sonuna kadar kullansak bile bunun bizi manevi bir sükûnete ulaştıramayacağı gerçeğiydi. Bu yüzden ona göre tasavvufî gelenek içerisinde şekillenen manevi disiplin yöntemleri, İslâm’ın daha derinlikli bir şekilde yaşanabilmesi için zorunluydu. Daha doğru bir ifadeyle Gazzâlî ‘iyi ahlâk sahibi’ olmayı hem dindarlığımızın zorunlu bir parçası hem de hakikate ulaşmanın vazgeçilemez şartı olarak görüyordu. Gazzalî’nin on yıldan fazla süren inziva dönemi, hem hakikat üzerine tefekkür dönemi hem de hakikate ulaşmanın şartı olarak düşündüğü ahlâkî ve manevi arınma süreciydi. Bu suretle zihnini kemiren kuşkulardan kurtulması, kendisine -teorik sorunlarını çözmesi yanında- pratik açıdan da sükûnete ve saadete ulaşmasını sağlamıştı.

Gazzâlî’nin herkese hitap edebilmesi, onun hepimizi ilgilendiren konulardan bahsetmesinden kaynaklanıyor. O ve onun gibi İslâm düşünürleri çok yönlü âlimlerdir. Herkes sorusunun büyüklüğü ve ciddiyeti oranında onlardan istifade edebilir.

Gazzâlî’nin İslâm toplumunda felsefî düşüncenin ilerleyişini akamete uğrattığı tartışmalarının doğru bir zeminde gerçekleştiğini düşünmüyorum. Gazzâlî, hakikate ulaşmada tek beşeri kaynağımız olan aklımızın, öte yandan bize ne tür oyunlar oynayabileceğinden de ‘kuşku’ya kapılmış, bu sorunun üzerine gitmiş ve bazı cevaplara ulaşmıştı. Felsefi düşünce dediğimiz şey tam da bu işe yarar. Dolayısıyla Gazzâlî felsefi düşüncenin ilerleyişini durduran bir düşüncenin peşinde olmadı. O, felsefenin tek bir biçimde algılanmasına, yani Grek patentli felsefeye karşı çıktı. Ayrıca, bilhassa kelâmî konularda, samimiyetten, gerçeğe ulaşma niyetinden uzak, bireysel ve mezhepsel bencillikle kirlenmiş, kısır ve faydasız cedellerle şekillenen tartışmaların yönünü ya da özünü değiştirerek, konuya daha ahlâkî ve insanî bir ruh getirmeye gayret etti. Bu noktada okuyuculara bilhassa şu eserlerden üç pasajı okumalarını öneririm: İhyâ’nın birinci cildinin “Kitâbü’l-ilim” bölümünün, kelâmcılar ve fukaha arasında geçen cedel ile ilgili sayfaları; aynı eserin üçüncü cildinin “Kitabü’lgurûr” başlıklı son bölümünde Müslüman âlimler, âbidler, zenginler ve mutasavvıflardaki dindarlık anlayışına yönelik eleştiriler; bir de Mîzânü’l-amel adlı eserinin son birkaç sayfasında dönemin mezhep taassubuna ve mezhepçiliğin temelindeki bölücü, çatışmacı ve çıkarcı zihniyetlere yönelttiği eleştiriler.

Anlaşıldığı kadarıyla Gazzâlî, İslâm düşüncesinin hemen hemen bütün alanlarında telifatı bulunan gerçek anlamda bir ‘âlim’. Daha özelde Gazzâlî bir ahlâk düşünürü olarak da karşımıza çıkıyor. Peki, Gazzâlî’nin bu çok-disiplinli yönü çerçevesinde temel iddiası nedir? Çok çeşitli alanlara ait eserlerinin ana fikri nedir?

Gazzâlî’nin bütün yazdıklarının nihai amacı İslâm’ı en doğru ve tutarlı bir şekilde nasıl anlayacağımız ve yaşayacağımızla ilgilidir. Gazzâlî’nin diğer düşünürlerden farklı olarak bu soruna yaklaşım tarzı, ahlâka verdiği önemde ortaya çıkıyor. Başyapıtı sayabileceğimiz İhyâ’sında ve diğer ilgili eserlerinde ortaya koymaya çalıştığı şey, teorik gücümüzün yetkinleşmesinin gerekliliği kadar amelî ve dolayısıyla ahlâkî yönümüzün de kemale ulaşması gerektiğidir. Bu durum Gazzâlî’nin düşüncesinde ahlâkı çözümlemeye ve onu hayatımızın en önemli sorusu haline getirmemize ne kadar önem atfettiğinin bir göstergesidir.

Gazzâlî’nin ahlâk düşüncesinden devam etmek istiyorum. Anlaşıldığı kadarıyla Gazzâlî’ye göre iyi ahlâk sahibi olmak ile dindar olmak özdeş. Onun döneminde çeşitli ahlâk yaklaşımları var, Gazzâlî’nin durduğu yer neresidir?

İslâm toplumunda çeşitli ahlâk teorileri geliştirilmiştir. Bunlardan ön plana çıkan üçünü gelenekçi, felsefi ve tasavvufî ahlâk teorileri olarak sınıflandırmamız mümkündür. İlk bakışta dikkatimizi çeken şey, bu üç teorinin nispeten birbirinden kopuk bir yapıya sahip olduğu idi. Gazzâlî’nin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Gazzâlî bu üç ahlâk anlayışını birbirine yaklaştıran, bu ahlâk teorilerinin birbirinden bağımsız olarak bıraktıkları boşlukları dolduran bir ahlâk düşünürü olarak karşımıza çıkar. Gazzâlî üzerine uzmanlaşmış pek çok araştırmacıya göre, farklı ahlâk disiplinlerini birleştirme teşebbüsünde bulunan en başarılı düşünürdür Gazzâlî aynı zamanda.

Bu durum, “Gazzâlî’nin ahlâk düşüncesinin kaynakları nelerdir” sorusuna da cevap bulmamızı sağlar. Hiç kuşkusuz onun en önemli kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerdir. Bunun yanında söz gelimi ruh teorileri, akıl, saadet, siyaset gibi konularda Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Miskeveyh gibi İslâm düşünürlerinin sağladığı felsefî birikimden yararlandığını görmekteyiz. Gazzâlî ayrıca Mâverdî, Râgıb el-Isfahânî gibi daha gelenekçi olan âlimlerin ahlâk kitaplarından da istifade etmiştir. Son olarak, onun ahlâk düşüncesinin ruhunun mutasavvıf seleflerinden geldiğini belirtmeliyiz.

Sonuçta şunu söylemek mümkün olmaktadır: Gazzâlî birbirinden farklı eğilimleri bir araya getirmek suretiyle İslâm toplumundaki bölünmüşlük görüntüsünün önüne geçmek istiyordu belki de. Ona göre felsefi düşünce metafizik alanda yetersiz olabilirdi fakat ahlâk alanı herkesin bir düşünce öne sürebileceği, daha doğrusu insanların ortak dili olması sebebiyle farklı yaklaşımların bir araya getirilebileceği bir konu olarak ön plana çıkmaktaydı. Bu itibarla Gazzâlî ahlâk düşüncemizde çok önemli bir yer tutmaktadır.

Gazzâlî’yi tam olarak anlayabilmenin bir yolu da onun insan tasavvurunu incelemekten geçiyor sanırım. Acaba Gazzâlî’ye göre insan nasıl bir varlık? Kalp, nefs, ruh, akıl gibi konularda ne düşünüyor? Ahlâk düşüncesinin arka planında nasıl bir insan tanımı var Gazzâlî’nin?

Gazzâlî’nin düşüncesine göre kalp, nefis, ruh ve akıl çoğu zaman aynı anlamlara gelen kavramlar. İnsanı insan yapan şey, ‘ruhî’ bir varlığa sahip olmasıdır. Başka bir deyişle bu dört kavram insanın manevi yapısını oluşturan sacayakları. Dolayısıyla her birinin doğru bir yönde ilerleme göstermesi, daha doğrusu bütün güçlerimizi hayır ve iyiliğe yönelik olarak geliştirmemiz gerekmektedir. Burada Gazzâlî’nin insanın maddi yapısına da önem verdiğini söylememiz gerekir. Ona göre bedenimiz söz konusu manevi güçlerimizi yetkinleştirmemizi sağlayan araç vazifesi görmelidir. Bunun anlamı, imanın ve müslüman olmanın gereklerini, dînî yükümlülükleri yerine getirmemizde bedenimizin bize yardımcı olmasıdır.

Gazzâlî üzerine uzmanlaşmış pek çok araştırmacıya göre o, farklı ahlâk disiplinlerini birleştirme teşebbüsünde bulunan en başarılı düşünürdür. Bu anlamda Gazzâlî birbirinden farklı eğilimleri bir araya getirmek suretiyle İslâm toplumundaki bölünmüşlük görüntüsünün önüne geçmek istiyordu belki de.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir