Dünya hızla katılım bankacılığına dönüyor

ekonomi7

İlk uygulamaları  dörtbin yıl önce Babil’de hüküm süren Hammurabbi’ye kadar uzanan faizsiz bankacılık sistemi bugün ABD’den Malezya’ya, Danimarka’dan Suudi Arabistan’a, İngiltere’den Filipinler’e kadar dünyanın bir çok ülkesinde dünyanın en büyük bankaları da (Citibank, HSBC, Bank of Switzerland vb.) dahil olmak üzere 300’e yakın banka tarafından tekrar uygulanmaya başladı. Katılım Bankacılığı olarak adlandırdığımız faizsiz bankacılık şimdiden 300 Milyar Dolar’lık büyüklüğe ulaşılmış durumda. Katılım bankacılığına olan ilgi; gerçek sanayi ve ticaretin desteklemesi, işsizliği azaltması ve gelir dağılımını dengelenmesindeki etkileri sebebi ile her geçen gün tüm dünyada hızla yayılıyor.

İnsanlar mal veya hizmetlere para vasıtasıyla ulaşabilmektedir. Ancak ihtiyaç duyulan mal veya hizmetin alımı için gerekli nakit kimi zaman kısmen kimi zaman da tamamen bulunamadığı ya da insanlar ellerindeki nakdin tamamını bir anda ihtiyaç duydukları mal veya hizmetin alımında kullanmak istemedikleri için farklı fi nansman yöntemlerine başvurulmuştur. Borç almak öteden beri bu yöntemlerden birisi olmuştur. Ancak İslam’da faiz yasak olduğu için verilen borç karşılığında bir yarar sağlamak veya fazlalık almak mümkün değildir. Karz-ı hasen müessesesi ise uzun vadeli ve yüksek maliyetli yatırımlar için uygun bir yöntem değildir. Çünkü karz-ı hasen karşılıksız borç vermek demektir ve burada verilen borcu belki de hiç geri dönmeyecek bir harcama olarak algılamak asıldır. Ayrıca insanlar herhangi bir yarar sağlamadan kendi paralarıyla başkalarının yatırım yapıp kazanç sağlamalarından rahatsız olabilirler. Öyleyse yapılması gereken borç dışında başka sermaye bulma yöntemleri geliştirmektir. Sermaye talipleri ile tasarruf sahipleri birbirleriyle doğrudan muhatap olamayacağına göre bu işe her iki tarafın da risklerini asgariye indiren uzman kuruluşlar aracılık etmelidir. İşte bu aracı kuruluşlar bankalardır.

Sermaye taliplerinin fi nansman ihtiyaçlarını karşılama ve tasarruf sahiplerine kazanç sağlama noktasında tarih boyunca faizli ve faizsiz yöntemler ihdas edilmiştir. Bugün itibariyle sermaye sahiplerinin birikimlerini güven ortamı içerisinde ve belli standartlar dahilinde fi nansman gereksinimi duyanlara aktarma işlevi üzerine kurulmuş bulunan faizli bankacılıkta temel yaklaşım faiz vaadiyle borç para toplayıp faiz şartıyla borç vermektir. Faizsiz bankacılıkta ise temel yaklaşım ortaklık sermayesi olarak toplanan mevduatı alım satım işlemleri yaparak, ortaklıklar kurarak değerlendirmek ve elde edilen kârı mevduat sahipleriyle bölüşmektir. Bu itibarla faizsiz bankacılık, faizli bankacılıktan tamamen farklıdır ve kendine özgü ilkeleri bulunmaktadır. Faizsiz bankacılıkta en önemli ilke faizsiz olmaktır. Bunu sağlamanın yolu ise yeni adlarıyla Katılım Bankaları’nın ticari faaliyetlerde bulunmalarıdır. Katılım Bankaları kredi sağlayan kurumlar değil, insanların ihtiyaç duydukları mal veya hizmeti peşin satın alıp anlaşılan vade ve tutara göre karlı olarak satan kurumlar olmalıdırlar. Biz bu çalışmamızda Katılım Bankaları tarafından bu amacı gerçekleştirmek üzere kullanılan yöntemlerden murabaha ve leasing üzerinde duracağız:

I. Murabaha

Fıkıh kitaplarında güvene dayalı satım çeşitlerinden biri olarak sayılan murabaha, bir malı alış fi yatının üzerine veya maliyetine belli bir miktar kar ekleyerek satmaktır. Burada satıcı, sattığı malın maliyeti ve karını müşteriye söyler. Fıkıh kitaplarında işlenen bu satış yöntemine klasik murabaha denirken, Katılım Bankalarında bir fon kullandırma yöntemi olarak kullanılan murabahaya çağdaş murabaha adı verilir. Çağdaş murabahada müşteri, tespit ettiği malın katılım bankası tarafından satın alınıp kendisine belirli bir karla satılmasını talep eder. Klasik murabahada sözleşmenin iki tarafı vardır ve bu tarafl ar üçüncü bir şahsa ihtiyaç duymadan sözleşmeyi yaparlar. Çağdaş murabahada ise üç kişi ve iki ayrı sözleşme bulunmaktadır. Katılım bankası ilk sözleşmede alıcı, ikinci sözleşmede satıcı konumundadır. İşte Katılım bankalarını diğer bankalardan ayıran en önemli nokta burasıdır. Katılım bankaları satın aldıkları malı satmaktadır yani malı fi nanse etmektedir. Bu bakımdan satın almadıkları bir malı fi nanse edemeyecekleri gibi sırf kredi sağlamak amacıyla göstermelik satım işlemleri de yapamazlar. Buna karşılık mevduat bankaları borcu fi – nanse ederler. Borcun fi nansmanı ise faizdir.

Murabaha yönteminde hammadde, mamul veya yarı mamul madde, teçhizat, makine ve bina gibi mallara ihtiyacı olup da peşin almak istemeyen veya alamayan kişi ya da işletmeler, istedikleri malın satıcısını, niteliklerini ve fi yatını ön araştırma ile belirler ve peşin alıp kendilerine karlı ve vadeli olarak satması için katılım bankalarına müracaat ederler. Banka gerekli araştırmalardan sonra müşteri ile ön anlaşma yapar. Ön anlaşma sonrasında talep edilen mal kurumun bizzat kendi yetkilisi veya vekili tarafından satıcıdan bedeli peşin ödenmek suretiyle alınıp kurumun mülkiyetine geçtikten sonra anlaşılan şartlarla müşteriye satılır. Ön anlaşma, başka bir işlem yapılmadıkça tek başına bir hüküm ifade etmez. Bu anlaşma banka açısından, müşterinin sözleşmede belirtilen miktarda kredisinin bulunduğu ve bu müşteri ile ticari işlem yapılacağını, müşteri açısından ise böyle bir ticari ilişkiye girildiği takdirde ön anlaşmada belirtilen şartlara riayet edeceğine dair taahhüt ifade eder.

Katılım bankaları birer ticari kurumdur. Bir ticari faaliyet olarak gerçekleştirdikleri murabaha işlemi ile faizli krediler arasında ayırım yapmak gerekir. Bu ayırımları şöyle sıralamak mümkündür:

  • Murabahada katılım bankası ödemeyi direkt satıcıya yapmaktadır.
  • Murabaha işleminde kesinlikle gerçek bir malın ticareti söz konusudur / söz konusu olmalıdır.
  • Alkol, uyuşturucu, kumar, pornografi ve tütün gibi ürünler murabaha işlemine konu olamaz.
  • Malın mülkiyeti mal nihai alıcısına satılana kadar finansmanı sağlayan kuruluşa yani katılım bankasına aittir.
  • Murabahada malların üçüncü kişilerden satın alınmış olması zorunludur. Buna göre katılım bankası A şahsından peşin aldığı bir malı yine A şahsına vadeli olarak satamaz. * Satıcı müşterisinden vadede mal bedelini ödeyeceğine dair teminat isteyebilir. Bu teminat ipotek, rehin, senet veya ihracat vesaiki olabilir.
  • Alıcının mal bedelini vadede ödememesi halinde malın fiyatı arttırılamaz.
  • Murabaha işlemlerinde alıcıya nakdi ödeme yapılamaz.

Murabaha işlemi konusunda halkın zihninde kimi zaman bazı soru işaretleri oluşmaktadır. En belirgin itiraz şudur: “Sonuçta mevduat bankaları ile katılım bankaları aynı şeyi yapıyor; her iki banka da müşterilerine kredi sağlıyor. Biri aldığı fazlalığa faiz derken diğeri bunun kar payı olduğunu dile getiriyor.” Gerek halk nezdinde gerek akademik ve dini çevrelerde murâbaha işlemleriyle ilgili akla takılan bazı kuşkular ve itirazlara işaret etmekte fayda var:

A. Murabaha Faiz Hilesi midir?

Murabahanın örtülü faizi içerdiği, normal ticarette bulunması gereken risk faktörünü içermediği, getirinin önceden belli olması nedeniyle ticarî kârdan ziyade faize benzediği ileri sürülmektedir. Bu tenkitleri haklı görmek mümkün değildir. Şöyle ki;

Murabaha şekil olarak sipariş üzerine yapılan bir ticarettir ve bu şekilde ticaret her piyasada yaygın bir uygulamadır.

Fiyatlamada kullanılan maliyet artı (cost plus) yöntemi normal ticarette sık kullanılan bir metottur. Ticarette satıcının maliyetin üzerine belirli bir yüzde kar payı koyması son derece olağandır. Yani kar marjı önceden bellidir.

Murabahanın normal ticaretteki riski içermediği iddiası da doğru değildir. Çünkü aynen normal ticarette olduğu gibi alıcının (müşterinin) ödememe riski vardır. Buna literatürde piyasa riski veya karşı taraf riski denir.

Bu itiraz, süreci göz ardı edip sonuca bakarak verilmiş bir hükümden ibarettir. Bu kuşkuyu dile getirenler, katılım bankaları ile mevduat bankaları arasında fazlalık alma bakımından bir fark bulunmadığını, farkın sadece isimlendirmeden ibaret olduğunu söylemektedir.

Faiz genelde borç olarak verilen bir miktar nakde karşılık alınması şart koşulan fazlalık anlamında kullanılmaktadır. Halbuki katılım bankalarında uygulanan murabahada sistem ve amaç farklıdır. Murabaha işleminde “gerçek” bir malın satıcısından peşin bedelle alımı ve müşterisine vadeli fi yattan satımı söz konusudur. Bu işlem çoğu zaman satıcının malı vadeli satmaması, müşterinin de peşin alamaması sebebiyle gerçekleştirilmektedir. Bazen de ilk satıcının müşterisine tanıdığı vade fazla uzun olmamakta; müşteri de bu kadar kısa vadede malın bedelini ödeyememektedir. Bu noktada katılım bankaları devreye girmekte ve malı peşin alıp taksitli olarak satmaktadırlar.

Aslında süreçteki nüans olarak görülen farklılık konunun can damarını oluşturmaktadır. Bir tablo halinde bu süreci göstermek mümkündür.

B. Murabahaya Konu Malın Banka Tarafından Görülmemesi

Bir mal ya kullanmak ya da ticaretini yapmak amacıyla alınır. Katılım bankalarında murabahaya konu olan mallar ticaret amaçlı satın alınan mallardır. Dolayısıyla satmak amacıyla satın alınan bir mal söz konusudur. Malın kendisine satılacağı müşteri de bellidir ve malın asıl müşterisi de odur. Katılım bankaları ise yalnızca bir “ara tüccar” gibi malı peşin alıp taksitli satmak amacındadır. Binaenaleyh katılım bankalarının memur vazifelendirerek murabahaya konu teşkil eden malları görme çabası içine girmesi lüzumsuz kalmaktadır. Katılım bankaları bu noktayı vekalet yöntemiyle aşmaktadırlar. Murabaha için başvuran müşteri katılım bankası adına malı incelemekte, kusuru olup olmadığını araştırmaktadır. Elbette daha sonra malı kendisi alacağı için incelemeyi kendisi adına da yapmaktadır. Hülasa malı görmeden almak murabaha için bir problem teşkil etmemektedir.

C. Müşterilerin Aslında Faizli Kredi Bulma Amacında Olmaları

Öncelikle katılım bankalarına başvuran müşterilerin önemli bir bölümünün faiz konusunda hassas olduğunu belirtmek gerekir. Bu açıdan katılım bankası aracılığıyla bir malı satın almak isteyen müşterilerin hemen tamamının potansiyel olarak faizli borç bulma arayışında olduklarını söylemek doğru görünmemektedir. Ayrıca Faiz konusunda hassasiyet göstermeyip faizli fi – nansman arayan müşterilerin niyeti aslında katılım bankalarını ilgilendirmemektedir. Zira katılım bankalarında süreç yukarıda da arzettiğimiz üzere alım satım şeklinde başlayıp devam etmektedir. Başka bir husus da şudur: Faizli fi nansman arayışındaki bir kişi sahte bir alım satım işlemi tasarlayarak bunu katılım bankası aracılığıyla yapmak istese ve böylece bankayı aldatsa bu durum da katılım bankasına bir vebal yüklememektedir. Zira herkes bildiği kadarıyla mesuldür.

D. Kâr Oranı İle Faiz Oranlarının Yakınlığı

Herhangi bir katılım bankası bankacılık sektöründe hizmet verir ve gerek diğer katılım bankaları gerekse mevduat bankaları ile rekabet halindedir. Dolayısıyla kâr oranlarını belirlerken rakiplerinin faiz oranlarını göz önünde tutmak durumundadırlar. Yani bir anlamda piyasayı gözetmek zorundadırlar. Faizli bankalarda kredi faiz oranları % 1.5 civarında iken katılım bankalarının bunu görmezden gelip kâr oranını % 2.5 olarak belirlemesi ya da % 0.5 olarak tespit etmesi mümkün olabilir mi? Eğer kâr oranını % 2.5 olarak belirlerlerse piyasayı gözetmedikleri için herhangi bir murabaha işlemi yapamaz ve iflas ederler. Kâr oranını % 0.5 olarak ilan etseler hem kârlılıkları düşer ki bu durumda piyasayı dikkate alarak işletmeleri için kendilerine emanet edilen mevduatı doğru ve yerinde kullanmamış olurlar hem de sermaye güçleri talebi karşılayamayacağı için zor durumda kalabilirler. Murabaha sisteminin doğru uygulanabilmesi başta şube çalışanları olmak üzere tüm katılım bankası mensuplarının hassasiyetine bağlıdır. Bu hassasiyeti oluşturmak için banka yönetiminin eğitimlere ağırlık vermesi, Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakülteleri ile işbirliği içinde çalışması gerekmektedir. Kurumların kalitesi bireylerin kalitesiyle doğru orantılıdır. Bu kaliteyi oluşturmak ve faiz konusunda duyarlı olan herkesi tatmin edici uygulamalardan vazgeçmemek gerekir.

II. Leasing

Leasing, finansal kiralama kanununda “kiralayanın, kiracının seçimi ve talebi üzerine, üçüncü kişiden satın aldığı veya başka suretle temin ettiği bir malın zilyetliğini, her türlü faydayı sağlamak ve belli bir süre feshedilmemek şartı ile kira bedeli karşılığında kiracıya bırakması” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu kanunun dokuzuncu maddesinde ise “tarafl ar sözleşmede, sözleşme süresi sonunda kiracının, malın mülkiyetini satın alma hakkına haiz olacağını kararlaştırabilirler” ibaresiyle, kira sözleşmesine konu olan malın mülkiyetinin devri hususunda tarafl arın anlaşabileceklerine işaret edilmiştir. Buna göre leasing, bir yatırım malının mülkiyeti leasing şirketinde kalarak, belirlenen kiralar karşılığında kullanım hakkının kiracıya verilmesi ve sözleşmede belirlenen değer üzerinden mülkiyetinin kiracıya geçmesini sağlayan bir fi nansman yöntemidir. Leasing hakkında bunun dışında da pek çok tanım yapılmıştır. Ancak tüm tanımlardaki ortak nokta, bir malın mülkiyetinin, kiralayan (leasing şirketi, faizsiz banka) tarafından kiracıya (müşteri) devri hükmünü içeren bir sözleşme olmasıdır. Dolayısıyla leasing sözleşmesi “genellikle malın mülkiyetinin temlîki ile sona eren menfaatin temlîkinden ibaret akit” şeklinde tanımlanabilir.

Leasing şöyle yapılır: Kişi almak istediği bir malın, katılım bankası tarafından alınıp, kendisine, normal kira bedelinin çok üstünde ödeyeceği bedellerle kiralanmasını istemektedir. Katılım bankası da müşteriyi araştırmakta ve malı alıp mülkiyetini müşteriye devretmeden, belli vadelerde ödeyeceği kira bedelleri karşılığında malı müşteriye kullandırmaktadır. Kira süresi sonunda, katılım bankası söz konusu malı müşteriye ya hibe etmekte ya da sembolik bir bedel karşılığında satmaktadır.

Leasing, murabaha yöntemindeki bazı riskleri ortadan kaldırmak üzere geliştirilmiş bir yöntemdir. Bu yöntemin ortaya çıkışı şöyle anlatılmaktadır:

“Leasing, taksitli satımı takiben ortaya çıkan yeni bir sözleşme türüdür. Çok sayıdaki avantajına rağmen taksitli satım, özellikle satıcının haklarını garantiye alma noktasında bir takım eksikliklere sahipti. Çünkü taksitli satışta akdi takiben malın mülkiyeti müşteriye geçer; müşteri malın maliki olup satıcıya sadece belirlenen taksitleri ödemekle yükümlü hale gelir. Müşteri bazen kasten, bazen de ifl as veya zor durumda kalma gibi nedenlerle taksitleri ödemeyebilir. Bu gibi durumlarda, malı üçüncü bir şahsın mülkiyetine satım, hibe vb. yollarla geçirmiş, malda değişiklikler yaparak değerinin düşmesine yol açacak tasarrufl arda bulunmuş da olabilir. Alıcının ifl ası veya vefatı durumunda mal vârisler veya alacaklılar arasında paylaşılabilir. Bu gibi durumlarda satıcının, alacağı karşılığında mala el koyması, onu geri istemesi mümkün olmaz. Çünkü mal başkasının mülkiyetine geçmiş, satıcı sadece müşterinin zimmetindeki, kalan taksitlerin toplamına denk borcu talep edebilecek durumda kalmış olur. Bu meselenin çözümü için mülkiyetin, taksitlerin ödenmesi şartına bağlandığı ipotekli/rehinli satış yöntemleri araştırılmış, bazı ülkelerin medenî kanunlarına bu şartları içeren taksitli satım düzenlemeleri eklenmiştir. Ancak bu hükümler istenilen sonucu vermemiştir. Taksitli satışın bir takım riskler içerdiğini gören satıcılar, haklarını güvenceye almak için Kira ve Taksitli Satım akdinin birleşiminden oluşan yeni bir akit türü geliştirdiler. Bu akit günümüzde “Leasing, Finansal Kiralama, Mülkiyetin Devriyle Sona Eren Kiralama veya Kiralama Görüntüsü Altında Satım” şeklinde isimlendirilmektedir.

Leasing uygulaması ilk kez 1846 yılında, İngiltere’de müzik aletleri satan bir fi rmanın, bir piyanoyu bu yöntemle satmasıyla başlamıştır. 1953’te İngiltere’den ABD’ye, 1962’de de Fransa’ya geçmiş ve böylece Latin Amerika, Asya ve Afrika’da yayılmıştır. Orta Doğu’da ilk kez İslâm Kalkınma Bankası tarafından 1977 yılında uygulanmış ve 1984 yılında ise ilk kez Mısır’da kanunlaşmıştır. Leasing, Türkiye’de faizsiz bankacılık yapmak üzere kurulan Özel Finans Kurumlarıyla gündeme gelmiş, ÖFK’nın (Özel Finans Kurumu) açılmasına izin veren 16.12.1983 tarih ve 83/7506 sy.lı Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nin 1. maddesi ile Türk hukukuna girmiştir. 1985’te çıkarılan Finansal Kiralama Kanunu ile “Finansal Kiralama Sözleşmesi” adıyla bağımsız bir sözleşme halini almış ve ÖFK ve Leasing şirketleri tarafından uygulanır hale gelmiştir.

Finansal Kiralama Kanunu’na göre, bağımsız ve üzerinden amortisman ayrılabilen her türlü taşınır ya da taşınmaz mal leasinge konu olabilir. Buna karşılık patent hakkı, fi kri ve sınaî haklarla bilgisayar yazılımı gibi maddî olmayan konular üzerine leasing yapılamaz. Leasing konusu olabilecek mallara ihtiyacı olup da nakit olarak yüklü miktarda sermayeyi bu mallara bağlamak istemeyen veya yeterince nakdî sermayesi olmayanlar, bu gereksinimlerini leasing yöntemiyle giderirler. Katılım bankası, müşteri ve talep edilen mal hakkında gerekli araştırmaları yaptıktan sonra, projeyi gerçekleştirmeyi uygun görürse müşteri ile fi nansal kiralama sözleşmesi yapar. Kira taksitleri, malın bankaya maliyeti ile bankanın belirlediği kâr’ın toplamından oluşur.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir