İstikrarlı büyüme umut verdi fakat kalıcı çözüm için katma değer artışı ve verimlilik şart!

teknoloji2

2006 yılı değerlendirmelerinin ışığında 2007 Türkiye ekonomisi ve Türk iş adamları için umut ve beklentileri dile getiren ekonomistler, istikrarlı büyüme trendinin yakalandığını ve bunun istihdam üzerindeki olumlu etkisinin yaşandığının fakat cari açığının S.O.S. verdiğini ifade ediyorlar. Gelinen konjonktürde, Çin ve Hindistan gibi ülkeler düşünüldüğünde emek üzerinden rekabetçi avantaj aramanın bazı sektörlerde zamanı geçti. Rekabet koşulları içinde, sektörüne göre maliyet, çeşitlilik, kalite, bol seçenek, esneklik, hız gibi faktörler öne çıkmakta. Artık hem enfasyonun düşürülmesi hem de cari açığın azaltılması için tek kalıcılığı şart, katma değer artışı ve verimliliğin artırılması. Günümüzde en çok kullanılan terim belirsizlik ve hızlı değişim. Bu, bütün politikaların merkezine alınmalı. Yeni dönemde risk yönetimi ve algılaması öne çıkacak. Öte yandan, aile işletmelerinde geleneksel yapılar devam ettiğinden adeta kaliteli insandan ve bilgiden kaçış devam etmekte, hep vasata talip olunmakta. Bu süreçten bir an önce kurtulmak gerekiyor. Şirketlerin her yıl fuarlara katılarak ve amacı belli olan yurt dışı gezileri yaparak kendi sektöründeki rakiplerinin neyi ve nasıl yaptığını yakından takip etmesi şart. Son olarak, devletin ekonomiden uzaklaştığı ve enfasyonun bir daha geriye dönmeyeceği kabul edilmeli ve sektördeki konum uzun vadeli olarak analiz edilmeli.

Türkiye ekonomisinde geçen yılın ikinci yarısında enfl asyon ve cari açık eksenli bir dalgalanma yaşanmıştı. Bu nedenle kurda yüzde 20’ler civarında bir değerlenme oldu. Bunun etkisi ise 3 aylık bir sürede ortadan kalktı. Cari açık sapmasına ilave olarak, enfl asyonun hedefl erin üzerinde kalacağının kesinleşmesi ve belirginleşen bazı siyasi riskler nedeniyle Hazine’nin borçlanma faiz oranları yüzde 14 bandından yüzde 22’lerin üzerine çıkarak tepki verdi. Bu oran, hem enfl asyon hem de risk primini içeren bir rakam olarak belirginleşti. Kamu kesimi de daraltıcı maliye politikaları nedeniyle harcamalarını elden geldiğince kısmaya çalıştı.

‘Sürdürülebilir büyüme trendi yakalandı’

Bu gelişmelere TÜFE enfl asyonunu elden geldiğince hedefl ere yakınsatmak amacında olan Merkez Bankası, gecelik faiz oranlarını yüzde 17,5’e çıkartarak ayak uydurdu. Bunun bir gereği olarak bir de piyasadan oldukça fazla likidite çekti. O dönemde piyasada günlük olarak dolaşan emisyon hacmini 16 milyar YTL düzeyinden yaklaşık 2 milyar YTL düzeyine kadar daralttı. Tüketici güveninin de azaldığı bu ortamda ekonomi, hedefl er doğrultusunda soğumaya alınmış oldu. 2006 yılında ekonomi (GSMH) beklentilerin ve hedefl erin üzerinde yüzde 6 oranında bir büyüme ile yılı kapamış oldu. Böylece Türkiye ekonomisi beş yıl, yani 20 çeyrektir kesintisiz büyümüş oldu.

Dış dengede meydana gelen kırılganlığa rağmen, beş yıl üst üste büyüme performansı sağlamış bir ekonominin genellikle sürdürülebilir büyüme trendini yakaladığı kabul edilir.

‘Enflasyon için fiyat katılıkları giderilmeli’

2006 yılı sonunda TÜFE enflasyonu yüzde 9,65, ÜFE enflasyonu ise 11,9 olarak gerçekleşti. Böylece 2004- 2006 arasında üst üste üç yıldır hedef değer olan TÜFE enflasyonu tek haneli rakamlarda devam etti. Bilindiği üzere uygulanmakta olan ekonomi programının açık başarı göstergelerinden biri olan TÜFE enflasyonu 2005 yılında yüzde 7,72, ÜFE ise yüzde 2,66 düzeyinde kalmıştı. 2006’nın ilk yarısında da tek haneli rakamlarda devam eden TÜFE, yılın ikinci yarısında çift haneleri aşmıştı. Enflasyondaki sapmanın içerideki nedenlerinin başında tüketim artışı ile arz esnekliği düşük mallardaki fi yat katılıkları geliyor. Dış etkenlerin başında ise petrol ve emtia fi yatlarındaki büyük artışlar nedeniyle girdi maliyetleri artışı. Bir yandan içerideki tedbirler, bir yandan da dış konjonktürdeki olumlu gelişmelere paralel olarak Ekim 2006 sonrasında TÜFE tekrar tek haneli rakamlara döndü.

Öte yandan, konut başta olmak üzere hizmet sektöründeki fiyat katılığının enflasyon üzerinde baskı oluşturmaya devam ettiği görülmekte. Bu fi at baskıları 2007’de de devam edecek gibi. Bu nedenle konut ve hizmet sektöründe arzın artırılması ve rekabetin teşvik edilmesi gerekiyor. Bu meyanda 2007’de enflasyonun istenen hedefe yakınsamasına paralel olarak ipotekli ev sisteminin yürürlüğe konulabilmesi büyük bir başarı olacaktır.

Öte yandan TÜFE enflasyonunun %10’un altında kaldığı bir ortamda kamu sektörünün faiz oranının (DİBS) hala %22 düzeyinde kalmış olması yanlış bir gidişata işaret etmekte. Hele 2007 yılında % 4’lük enflasyon hedefinin korunduğu bir ortamda bu, sürdürülmesi imkânsız bir reel faiz makasına işaret ediyor.

2007 yılında yüzde 4’lük enflasyon hedefinin tutturulması imkansız gibi durmakla beraber, içeride siyasi çalkantılar önlenebilirse, dışarıda da tekrardan olumluya dönen küresel büyüme ve yükselen piyasalara yönelen sermaye akımlarının devam etmesiyle enfl asyonun yüzde 6 düzeyinde tutturulması mümkün olacaktır. Ancak, bundan sonra enflasyona neden olan arz katılıkları ve rekabet eksikliklerinin giderilmesine yönelik üretim, yatırım ve verimlilik artışının hızlanması gerektiği açık.

‘Kaydedilen büyüme istihdam ve iş yarattı; büyüme %5’in altına inerse işsizlik artar.’

Türkiye’de kriz sonrasında özel sektör ve kamu kesimindeki yeniden yapılanma ve verimlilik artışları ile taşradan şehre doğru hızlanan göçe paralel olarak işsizlik yüksek seyrini uzun süre sürdürmüştü. Bütün bunlara rağmen son beş yıldır sürdürülen yüksek büyüme ve yatırım performansının oluşturduğu istihdam artışının nihayet işsizliğe yansımaya başladığı görülüyor. Bu meyanda 2006 yılının Şubat’tan beri artmayan işsizlik oranı Eylül (Ağustos-Eylül-Ekim) döneminde % 9,1’e kadar düştü.

Buna göre Türkiye’de son yıllarda kaydedilen büyümenin istihdam ve iş yaratmadığı iddiası mesnetsiz kalmakta. Türkiye her yıl düzenli olarak kaydettiği reel büyüme oranında bir istihdam artışı oluşturdu. Buna rağmen yüksek verimlilik artışı ve göçe paralel iş gücüne katılımın hızla artması nedeniyle işsizlik aynı oranda aşağı çekilemedi. 2007’de büyümenin yüzde 6’nın üzerinde gerçekleşmiş olması nedeniyle şimdilik işsizlik oranında bir artış değil, tedricen de olsa bir düşüş beklenebilir.

‘Gelir dağılımı düzelme sürecine girdi’

Türkiye halen gelir dağılımı bozukluğunda “üçüncü dünya ülkesi” görüntüsü vermeye devam ediyor. Son yıllarda Türkiye yoksulluk sorununu ortadan kaldıramamış olmakla beraber gelir dağılımını fakirlerin lehine düzeltme sürecine girdi. Alt gelir gurubundan orta gelir gurubuna geçişler başladı. Bilindiği üzere gelir dağılımını bozan unsurların başında bütçe açıkları, bunun fi nansman biçimi, yüksek reel faizler ve enfl asyon düzeyi, sabit gelirle yaşayan toplumsal kesimlerin yaygınlığı, kırsal ve bölgesel dengesizliklerin derin oluşu, eğitimin yetersizliği ve etkinsizliği, yaygın işsizlik, kadına karşı uygulanan ayrımcılık, gizli işsizlik ve yüksek bağımlılık düzeyi gibi unsurlar gelmekte.

Rakamlara kısaca bakmak gerekirse, 2002 yılında eşitsizlik göstergesi olan Gini katsayısı 0,44’ten, 2005 yılında 0,38’e kadar geriledi. (Bu katsayı sıfıra yaklaştıkça en eşitlikçi yapı oluşuyor). Yine 2002 yılında gelirden en yüksek payı alan birinci %20’lik dilim ile en alttaki %20’lik dilim arasındaki gelir farkı yaklaşık 9,5 kat iken, 2005 yılında bu oran yaklaşık 8 katına kadar geriledi.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, gelir dağılımı bozukluğunun genellikle kriz ortamlarında göreceli olarak “iyileştiği”, ekonominin hızlı büyüdüğü dönemlerde ise tekrar kötüleşme sürecine girdiğidir. Son dört senede Türkiye’de bir istikrar programı uygulanmakta ve yüksek büyüme kaydedilmekte. Buna rağmen gelir dağılımında anlamlı iyileşmelerin kaydedilmesi büyük bir başarı. Yine küresel entegrasyon süreci bir çok ülkede gelir dağılımın düzelmesine değil, bozulmasına neden olmakta. Türkiye için bu sürecin ne yönde gelişeceği zaman içinde netleşecek. Türkiye’deki olumlu gelişmede bütçe açığının çözülmesi, enfl asyonun yaklaşık 8-9 kat düşürülmüş olması, reel faizlerin %36’lar düzeyinden %10’lara kadar gerilemiş olması, reel büyümeye paralel olarak istihdam artışının düzenli olarak devam etmesi ve hükümetin kısıtlı imkanlarla sosyal alana yönelik iyileştirici harcamaları etkili olmuştur. Gelir dağılımının düzelme sürecine girmesi Türkiye’nin eğitim ve sağlık alanındaki insani gelişme endeksine de en kısa zamanda yansıyacak demektir.

‘2007’de yüzde 2.5 bütçe açığı bekleniyor; sosyal güvenlik ve faiz harcamaları düşürülmeli!’

Genel olarak bakıldığında 2006 yılında da bütçe disiplininden taviz verilmediği görülüyor. Bir yandan faiz dışı fazla hedefi tutturulurken, diğer yandan da bütçe açığındaki düşüş 2006 yılı boyunca devam ederek sadece 3,9 milyar YTL düzeyinde kaldı. Faiz dışı fazla hedefi nin de IMF’ye verilen taahhütler doğrultusunda milli gelirin yüzde 6,5’i düzeyinde tutturulması bekleniyor. Bu rakam, yıl sonu için hedefl enen 13,9 milyar YTL’lik açığın son derece altında. Faiz harcamaları 45,9 milyar YTL ile hedefi n altında tutulurken, bütçe harcamalarını dörtte birini almaya devam etti. 2006 yılında yatırım harcamaları yüze 27 oranında artarak yaklaşık 14,9 milyar YTL düzeyinde gerçekleşti. Bütçe açığının içinde en büyük payı 5 milyar YTL’yi bulan tarımsal destekler, 8 milyar YTL’yi bulan kamu kurumlarının görev zararları ve 25 milyar YTL’yi bulan sosyal güvenlik kurumlarının açıkları teşkil etti.

Ancak bütçe gelirlerinin içinde dolaylı ve doğrudan vergi arasındaki çarpık makas devam etmekte. Bu yapının düzeltilmesi ise ancak vergi kaçaklarının önlenebilmesi, tahakkuk edenin toplanabilmesi ve bilhassa kayıt dışı ekonomini makul düzeylere çekilebilmesiyle mümkün. Bu da zaman alacak bir konu.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir