Karda açan yüreklerin diyarı: Erzurum

erzurum

Bir şehri anlatmaya başlarken sokaklar, binalar, simalar, ya da damağımda kalan bir tat ilham olur kimi zaman. Duygulara tesir edenler kelimelerde hayat bulur ve paylaşma kaygısıyla telaşlı olur bazen cümleler. Hele bu anlatılacak şehir memleket olunca, parmaklar daha bir dolanır birbirine… Nereden başlamalı söze derken, değerli olanı yakalamaya başlar kelimeler ve cümleler ardı ardına dizilip yol alır derin, beyaz ve en bilindik yolda.

Yükseklerde bir medeniyet oluşumu Erzurum, bünyesinde bir çok köklü oluşumu barındıran, zengin kültürel ve tarihi birikimine sahip Anadolu’nun en önemli şehirlerinden biri. Erzurum ovasını içine alan kentin ilk isimleri Teodosiopolis, Kala/Kali, Arzen/Artze, Erzen-Rum olarak geçiyor kaynaklarda. Türklerin hakimiyeti sonrasında ise Erzurum adını alarak, bugüne kadar taşıyor bu ismi.

Erzurum’un bilinen ilk adı Doğu Roma (Bizans) İmparatoru II.Theodosios’ a (408-450) izafe edilen Theodosiopolis’ti, şimdiki Erzurum’ un yerinde kurulmuştu. IV. asır sonuna doğru Roma imparatorluğu sınırları içine alınmış ve 415 tarihinde Theodosios’ un emriyle Şark Orduları Kumandanı Anatolius tarafından kurulmuştur. Şehir ahalisinin Theodosiopolis’e (Kalikala=Karin) göç etmeleri üzerine bu şehre Erzen ve Türk hâkimiyetinin ilk safhalarında, Silvan ile Siirt arasındaki Erzen’ den ayırmak ve Anadolu’ya ait olduğunu belirtmek üzere Rum kelimesi ilave edilerek, Erzen al-Rum denilmesinden kaynaklanmıştır.

Cumhuriyet dönemindeki ihmal edilmişliğinin aksine, geçmişte hep önemli bir yerleşim alanı olarak kabul görmüştür bu coğrafya. M.Ö. 11. yy’a kadar uzanan kronolojisinde Urartu, Med, Pers, Roma, Bizans, Saltuklu, Sasani, Emevi, Safevi, Abbasi, Anadolu Selçuklu devletleri ve Rus işgali öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti bulunuyor. İniş çıkışlarla dolu bu kentsel dokuya en çok sirayet eden ise Saltuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devleti olmuş. Şehirdeki en önemli yapıların altında bu üç büyük medeniyetin imzası bulunuyor. Fakat merkez ve çevresindeki höyüklerde gerçekleştirilen kazı ve araştırmalarda daha eski dönemlerden kalıntılara da ulaşılıyor.

Erzurum dağları da kar ile boran

Erzurum en çok soğuğu ile bilinir. Ova ve platolarında denizden yüksekliği 2000 metreyi bulması iklimi bu denli sert geçmesinin en büyük nedeni. Dağlarının yüksekliği ise 3000 metreyi aşıyor. Ünlü Palandöken dağındaki Ejder Tepesi’nin yüksekliği 3176 metreyi buluyor. Kış mevsimin tüm zorluklarına rağmen binlerce yıldır yaşam aralıksız devam etmiş bu coğrafyada. İklim ekseninde oluşturulan yaşam modeli ayrı bir renk ve doku kazandırmış bu şehre. Sosyal yapısı, kültürel dinamikleri ile kendine has özellikler sergileyen bu soğuk diyarda sıcaktır insanların yüreği. Kışın düşmeden yürümek her Erzurumlu’nun sahip olduğu doğal bir yetenektir. Çatılarda oluşan sarkıtlardan korunmak için ayağınız kadar başınızı da kollamanız gerekir. Kolay değildir kolay olmasına buralarda hayat ama yine de bulmuştur hayata keyif katmanın bir yolunu bu diyarlarda da insanoğlu. Soğuk kış günlerinde kıtlama çay eşliğinde ısınır muhabbet haneler. Bu bazen sabah namazı sonrası gidilen bir kahvehane bazen de misafire açılmış bir kapı olur.

Can’dan muhabbet

Muhabbetin dili de bir başkadır buralarda. Kendine has şivesi ve vurgularıyla olabildiğince hissettirmeye çalışır sözündeki duyguyu. Azeri Türkçesi ile önemli benzerlikler gösteren şivede yöre insanını en iyi anlatan kelime ‘‘can’’ seslenişidir. Erzurumlu kendine yakın gördüğü kişinin hitabına cevaben, ‘‘caaan’’ diye mukabele eder. Daha birçok kelime buraya has özellikler taşır. Örneğin cığız (mızıkçı), poşa (çingene kadın), tanko (sosyetik), gındillik (çember tekerlek), kalikman (çok gezen kadın), gamo (kendini beğenmiş), hızan (görgüsüz), çigirt (çekirdek), kurik (tay), gudik (yavru köpek), leçek (tülbent), eze (teyze) diye uzar gider.

Beyaz kış gecelerinin renkli eğlence geleneği

Erzurum’da sözlü edebiyat geleneği önemli bir yere sahiptir. Eskilerde uzun kış gecelerinde köy odaları, bey konakları, kahvehanelerde bir araya gelen insanlar hikaye ve siret anlatarak hem güzel vakit geçirir hem de geçmişin birikimini geleceğe taşırlarmış. Atışmalar, deyişler de muhabbete tat katarmış. Aşıklık geleneği de bu ortamlardan beslenerek bugünlere kadar ulaştı hiç kuşkusuz. Erzurumlu Emrah, Aşık Reyhani, Aşık Sümmani bu geleneğin önemli isimlerinden. Bu kahvehanelerin bir özelliği de sahibinin adıyla anılması. Son yıllarda adı sıkça duyulan Teyyo Pehlivan da Hasankale’deki Hacı Rüştü’nün kahvesinde başlamıştır mübalâğalı hikayelerinin anlatımına. Sosyalleşmenin yoğun ve sınıf ayrımı yapılmaksızın yaşandığı Erzurum kış geceleri sıra davetleri şeklinde yapılırmış. Tel helvası çekmek bu gecelerin vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Aşşık oyunu da o zamanın eğlenceli oyunlarından biri. Kadınlar da kendi aralarında eğlenmek için bir araya geldiğinde yemekler yenir, eşli maniler söylenirmiş. Özellikle kavrulmuş ya da haşlanmış buğday (hedik) muhabbet meclisinin olmazsa olmazı.

Yöre insanı hayatın olağan hallerini eğlenceye dönüştürmeyi ve bunu da paylaşmanın vesilesi yapmayı çok iyi bilmiş. Düğünlerde günlerce eğlenilir ve herkes işin ucundan tutarmış. Benim de çocukluk yıllarımda görme şansını yakaladığım kına geceleri ve gelin çıkarma merasimleri Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi son derece keyifli geçerdi. Gelinin çeyizinin sergilenmesi, götürülmeden önce sandığa oturulması, başına elma atılması, kocasının evine ilk girdiğinde kucağına çocuk oturtulması hatırlayabildiğim ritüellerden. Gerek kış geceleri eğlenceleri gerekse yöre insanın duygusal tabiatı musikinin zenginleşmesine yol açmış. Ardında birçok hikayeyi barındıran nice güzel türküler yer etmiş dillerde. Bunlardan “sarı gelin, kırmızı gül demet demet, huma kuşu, göç göç oldu” türküleri ile “seyreyle güzel, dün gece yar hanesinde ve bayram o bayram olur” gazelleri birçok sanatçı tarafından yorumlandı. Eskilerde Mükerrem Kemertaş, Raci Alkır gibi güçlü sesler gönülleri mest ederken, günümüzde Arif Sağ ve Aysun Gültekin bu tarzdaki eserleri ustaca icra eden önemli seslerinden ikisi. TRT Erzurum Radyosu’nun kurulmuş olması da musiki adına değerlerin üretilmesi ve muhafaza edilmesine önemli katkılar sağladı. Mevzu buraya gelince sesiyle yörenin türkülerini karakterize eden “mey” den de bahsetmeden geçemeyeceğim.

Erzurum’un dadaş hatunları

Erzurum insanı en çok komşuluk ve misafirperverliği ile bilinir. Özellikle farklı yöre insanlarına karşı son derece fedakar bir yaklaşım sergiler. Bu sebeple dışarıdan gelip de Erzurum’da bir süreliğine ikamet etmiş insanlar, bu yöre insanı hakkında olumlu hislerle dönerler. Kendinden emin tabiatı sebebiyle Erzurumlular arasında inceden bir rekabet olsa da zor zamanlarda birbirinin yardımına koşmaktan imtina etmezler. Tıpkı iklimi gibi duygularını uç noktalarda yaşamayı sever bu karasal diyarın insanları. Bu yörenin kadını ise Anadolu kültürünün hasletlerini üzerinde yoğun olarak taşıması sebebiyle özel bir yere sahiptir. Dadaş sıfatı belki de en çok Erzurum kadınını tanımlar. Cesaret ve zarafeti büyük bir incelikle yüreğinde harmanlamayı başarmış olan yöre kadınını, en iyi Nene Hatun’un yaşam öyküsü resmediyor. Eskilerde çoğunlukla ihrama bürünen yöre kadınları, ekonomik durumuna göre ferace üzerine içi kürk dışı kadife mantolar da giyerlermiş. Şimdi de ihramlı kadınlara rastlamak mümkün ama çoğunlukla günümüz giyim tarzı tercih ediliyor artık.

Özü sözü bir, mert, yiğit anlamlarına gelen Dadaş kelimesi bir anlamda yöre insanına nasıl olması gerektiği konusunda referans olur. Bu sıfatı taşıyabilmenin en önemli ölçüsü ise yaşamı geniş bir açıdan görebilecek kişisel olgunluğa sahip olmaktır. Bu düstur ile Erzurum önemli mütefekkirler yetiştirmiştir topraklarında. İbrahim Hakkı Hazretleri, Şair Nef’i, Muhammed Lütfi Efe bu değerli şahsiyetlerin en çok bilinenleri.

‘‘Aşşahtan gelirem yüküm eriktir’’

Erzurum kültürünün en renkli yanlarından biri de folklörüdür. Bar adı verilen bu halk oyunu kadın ve erkek tarafından ayrı ayrı oynanır. Erkekler zığva adı verilen kıyafetin üzerine kuşak ve köstek takarak, ayaklarına cistik giyerler. Kadınlar ise bindallının zarafetini gümüş kemer ile tamamlarlar. Başlarına yazma örter, ayaklarına da pabuç giyerler. Erkek barında hareketler daha iddialı ve epik bir tarza sahiptir. Hançer barı ise tehlikeye meydan okur adeta. Kadınlar da ise bunun tam aksine son derece naif hareketler her bar türküsü eşliğinde sergilenir. Bu bar türkülerinin en meşhurları “aşşahtan gelirem” ve “çift beyaz güvercin” dir.

Gövermiş peynir fenomeni

Mutfak kültürü hayli zengin olan Erzurum’un, yaprak döneri, cağ kebabı, kadayıf dolması, ayran aşı son yıllarda ilin sınırlarını aşmaya başladı. Fakat fazlaca bilinmeyen lezzetleri de ihtiva eder kadim Anadolu kültürünün yaşandığı bu topraklar. Erzurumlu damak tadının vazgeçilmezleri arasında kuymak, herle aşı, borani, hasıta, gurut, etli yaprak sarması, su böreği, hıngel (mantı), tatar böreği, kesme aşı, çortutu pancarı, lor dolması, gliko saymak mümkün. Ama Erzurum mutfağının fenomeni kesinlikle gövermiş civil peynirdir. Semaver çayı eşliğinde lavaş ya da tandır ekmeği ile büyük zevkle yenilen bu peynir, küflü olması ve ağır kokusu nedeniyle yöre dışındaki insanlar tarafından neden bu kadar sevildiği anlaşılamayan bir tat olma özelliği taşıyor. Buna rağmen bir Erzurumlu için sofrada bulunabilecek en değerli yiyecektir.

İklimin şekillendirdiği kentsel mimari

Karasal iklim Erzurum’da sivil mimariyi de önemli ölçüde etkilemiş. Hızla yok olmalarına rağmen Erzurum evlerinin karakteristik özelliklerini taşıyan yapılara rastlamak mümkün. Soğuk kış mevsiminde soğuğa önlem olarak kalın taş duvarlarla inşa edilen bu evler genellikle iki katlıdır. Toprak dam olan bu evler geçmiş dönemde sahiplerinin sosyoekonomik durumuna göre farklılıklar sergiliyor. Bazı evlerin alt katında ahırlar olurken, konak tarzı evlerde haremlik selamlık ayrımı bulunuyor. Yine çetin kış koşulları sebebiyle küçük pencereler bu evlerin tipik özelliklerinden biri. Bu evlerde evin en önemli bölümü ise tandırbaşı denen yerdir. Bazen ayrı bir yapı olarak da inşa edildiği de olur tandır evinin. Bu mekan yemeklerin, muhabbetlerin merkezidir adeta. Bu yapılarda tavan, halk arasında karlanguç denilen pasin örtüsü tarzında, eşit kalınlıktaki ağaçlar çapraz olarak birbirine geçilerek örülür. Tavan açıktır. Zira tandır yandığında duman buradan çıkar. Eskiden evlerde kavurma yapıldığında gençler ellerindeki bakraçların içerisine meyve koyup bacadan tandır evine sarkıtıp karşılığında kavurma alır, topladıkları kavurmaları da akşam toplu olarak yerlermiş. Bu evlerin en iyi örneği ise restoran olarak düzenlenmiş olan “Erzurum Evleri” isimli mekan. Geçmiş döneme ait birçok detay büyük bir başarı ile bu mekanda bir araya getirilmiş. Bakır eşyalar, halı yastıklar, kilimler, gaz lambaları, beşikler, terekler, kadama elişleri ve daha birçok detayı bir arada görmek mümkün.

Tarih yapılarda yaşıyor

İşgal yıllarında büyük zarar gören bu evlerin yanı sıra bugüne kadar ulaşmış bazı kamu binaları da kentin mimarini yansıtan örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Atatürk Evi, Erzurum Kongre Binası, Erzurum lisesi ve Zırnıhlı Vehbi Bey önemli yapılardan bazıları. Fakat inşası 13. yy’a kadar uzanan çok önemli tarihi yapıları da bulunmaktadır bu şehrin. Şehrin sembolü haline gelen Çifte Minareli Medrese ve Yakutiye Medresesi başta olmak üzere; Rüstem Paşa Çarşısı (Taşhan), Üç kümbetler, Lalapaşa Camii, Ulu Cami gibi görülmeye değer tarihi yapılara sahip. Eski dönemlerde etrafı surlarla çevrili olan Erzurum da bugün sadece Kale’nin olduğu iç surlar ayakta duruyor. Eskiden Erzurum’a girişler bu surlar üzerindeki kapılardan yapılırmış. Bugün bu kapılardan sadece İstanbulkapı, Kavakkapı ve Karskapı ayakta duruyor. Gürcükapı, Tebrizkapı, Harputkapı, Erzincankapı zaman içerisinde yıkılıp yok olmuşlar. Fakat bu kapıların isimleri şehrin bölgelerini tanımlayan unsurlar olarak varlığını hala sürdürüyor. Erzurum denilince akla ilk gelen yerlerden biri de 1877-78 Osmanlı Rus Harbi sırasında Nene Hatun efsanesinin doğduğu Aziziye Tabyaları’dır.

‘‘Erzurum çarşı pazar neylim amman aman’’

Erzurum zanaatin de çok geliştiği bir yöre. Geçiş noktasında olması da üretim dinamiklerinin gelişmesin de etkili olmuş. Kafaflar diye bilinen ayakkabıcıların bulunduğu çarşı, deriden montların dikildiği Kevelciler Çarşısı, Mahallebaşı Çarşısı, Bakırcılar ve Hasırcılar Çarşısı en çok bilinenler. Ayrıca Hapan denilen ve peynir yağ gibi gıda maddelerinin satıldığı kapalı pazar yerleri bulunuyordu. Esnaf ve zanaatkarların endüstri çağının seri üretim kıskacında yok olmasına rağmen, kuyumculuk hala çok önemli Erzurum’da. Şimdilerde eskisi kadar geçerliliğini korumasa da eskiden her evlenen kıza yöreye özgü hayli kalın burma bilezik mutlaka takılırdı oğlan evi tarafından. Bu sebeple Kuyumcu esnafı bu şehirde hatırı sayılır bir ağırlığa sahiptir. Taş Magazalar diye bilinen çarşıda önemli ölçüde kuyumcu dükkanları bulunur. Takı sanatına ilham olan bir başka değer de oltu taşıdır. Oltu ilçesinde çıkarılan bu siyah renkli taş çeşit çeşit model ve takılarla şehre dışarıdan gelenlerin büyük ilgisini çekiyor. Son yıllarda Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Kıymetli Taşlar İşleme Atölyesi’nin de katkıları ile ivme kazanan sektör, şehrin ekonomisine de büyük katkı sağlıyor. Klasik tasarımların yanı sıra yeni çizgilerin de işlendiği oltu taşından, takının yanı sıra tesbih ve ağızlık yapılıyor.

Asırların birikimini bir çırpıda anlatmak kolay değil elbette. Kendi penceremden gördüklerim ve yüreğimden damıttıklarımla bir Erzurum tablosu çizmeye çalıştım. Her göz başka görür, her yürek kendince yorumlar karşısındakini. Paylaşmış olduğum yaşamdan kesitlerin bir kısmı yok artık şehir hayatında ama bir yaz günü ciğerlerinize çekeceğiniz serin yayla havasında içinizde hissedebilirsiniz bu kentin ruhunda yaşattıklarını. Çünkü ,değerli bilgi ve hatıraları ile yazımı zenginleştiren annem Leyla Korucu ve babam Servet Korucu gibi eski kuşaklar, bu kültürün sıcaklığını yüreklerinde taşıyorlar hala. Ve bir çocuk saflığı ile annemin manilerini, babamın hikayelerini dinlemek beni de o yaşanmışlıkların bir parçası yapıyor. Farklılaşan insan ve ilişkiler gerçeğine rağmen… Şimdilerde şehir insanının ortak kaygısı Erzurum’un iktisadi gelişiminin nasıl sağlanacağı. Bu yüzden kültürel ve doğal zenginliklerini fırsata dönüştürmenin yolları aranıyor. Hazırlıklarına devam edilen 2011 Üniversitelerarası Kış Olimpiyatları’nın arzu edilen gelişim sürecini başlatması ise tüm Erzurum severlerin ortak temennisi

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir