Taşın sanata dönüştüğü yer : Gaziantep

gaziantep

Tarihî mekanlarıdan zengin yemek kültürüne el sanatlarından geniş çarşılarına kadar her noktasında Doğu ile Batının mecz olunduğu köklü bir medeniyet şehridir Gaziantep.

Dünyanın en eski yerleşimlerinden biridir Gaziantep. Hatta dünyada hâlâ en eski kent olarak bilinen birçoğundan daha da yaşlıdır. Milattan önce 4000 yıllarına kadar dayandırılıyor tarihi. Geçiş bölgesi olduğundan geleni gideni çok olmuş, beğenip kalanı da. Gelen her misafirle daha bir renklenmiş kent. Bugün ise Türkiye’nin altıncı büyük kenti olarak kendi çapında bir şöhrete sahiptir. Antep yolunda dikkat çeken en kayda değer unsurlardan biri, yöreye özgü kırmızı topraktır. Her ne kadar söylendiği gibi yazılamıyorsa da bu toprağa yörede “falhen” adı verilir. Söylenen o ki, meşhur Antep fıstığı varlığını ve lezzetini bu toprağa borçlu. Sağınız ve solunuz bu kırmızı toprakla çevriliyken, uzaklarda çok da yüksek olmayan dağları seyretmeyi de ihmal etmemeli. İşte tam buralarda “mor dağlar” benzetmesinin tecessüm etmiş halini doya doya seyredip kendinden geçmek mümkün. İnsan bir dağı seyrederken kendinden geçer mi demeyin, deneyin. Ancak yaşanabilir, tarifle olmaz. Olsa da kıvamı tutmaz.

Şehir, ne cihetten girerseniz girin sizi yeni yüzüyle karşılayacaktır. Eski olana; birikmiş ve tarihi olana ulaşmanız için şehri neredeyse boydan boya geçmeniz gerek. Maksadınız eskiyi görmekse tabii. Zira sanayisiyle hem de Türkiye’de devlet kredisi almadan büyümüş sanayisiyle övünen bu şehirde eski olan, bütün gelişmişliğin tam ortasında kalmış. Bilmeyenlere ya da biraz peşin yargıyla bakanlara karşı kıskanç, gizemini saklayan ve paylaşmayan bir yöredir Güney’in doğusu. Yüzyıllardır biriken efsaneleri, hayatı kavrayışları, giyimleri, yemekleri nesilden nesile aktarılarak gelmiştir bu zamana. İçinde bir tutam da efsun barındırarak elbette. Gaziantep işte böyle bir dünyanın cümle kapısıdır. Doğu ve Batı burada kaynaşır. Arayanlara samimi iseler eğer kendi şifrelerini kendi bizzat çözer. Batılı için doğuda, doğulu için batıda kalmış bir şehirdir Antep. Bu yönüyle biriciktir. Geçiş bölgesidir evet, lakin diğer kavşaklardan ve geçiş bölgelerinden ayrılır. Yöredeki benzerlerinin yaşadığını yaşamıştır. Aynı istilaları görmüş, aynı yıkımları yaşamış ve aynı bölgelerden göç almıştır. Doğru, fakat yine de adını koyamadığınız bir farklılığı hissedersiniz bu şehirde.

Gaziantep kültür olarak Güneydoğulu bilinir ama, “doğu şehirleri” deyince akla gelen mahrumiyet bölgesi imajı yoktur Antep’te. Aksine şehirleşmesiyle, sanayideki atılımlarıyla ve son zamanlarda kazandığı gelişmişlik ivmesiyle daha çok bir batı kentidir. Doğuda mahrumiyetin gadrine uğrayanların da ilk duraklarından birisidir aynı zamanda. Şehrin son on beş yılı şaşırtıcı değişimlerle dolu. Bir dünya kenti olma yolunda yapılması gereken ne varsa yapılmaya çalışılmış Antep’te. Örneğin, bir uçtan bir uca yeşil bir kuşakla sarılmış durumda şimdi Antep. Meşhur Alleben deresi kenarındaki birbirlerine yakın ağaçlık alanlar birleştirilerek, deyim yerindeyse, New York’taki Central Park benzeri bir atmosfer oluşturulmaya çalışılmış. İyi de olmuş. Lakin, “Antep’e deniz bile getiririz” inadı yüzünden mi yoksa başka bir gerekçeyle mi bilinmez- zaten önemli de değil- şehrin yanı başına yapılan suni Burç Göleti, Antep’in o güzelim havasını epeyce bozmuş. Bir zamanlar havasının veremli hastalara iyi geldiği söylenen Antep’in şimdiki havası biraz nemli ve bunaltıcı. Bilinmez ki bu hangi hastalığın devasıdır.

Şehrin sanayisi almış başını yürümüş. Zanaatkârlıkta hep adından söz ettiren Gaziantep, bu birikimini ve üretkenliğini sanayisine de taşımayı başarmış. İrili ufaklı bir dizi organize sanayi bölgesiyle çevrili olan Gaziantep, şimdi dünyaya başta tekstil olmak üzere birçok sektörde ihracat yapan şehirlerimizden. Öte yandan; sanayi, teknoloji, atılım derken kültür ve tarih kısmı son zamanlara kadar ihmal edilmiş olan şehirde ecdattan kalan birikimlere gözle görülür bir dönüş de var. Bu bağlamda birçok tarihi eser yeniden gün yüzüne çıkarılırken, yerine yeni apartman yapmak için acımadan yıkılan eski Antep evlerinin kıymeti de yeni yerel yönetimin sanayi ve teknolojik yatırımların yanında kültürel birikimlere eğilmesiyle bilinmeye başlamış.

Sokaklar, evler yüksek olduğundan gölgelidir her daim. Bunun yanında günün herhangi bir saatinde güneşle gölgenin köşe kapmaca oynadığı da görülmemiş değildir. Sokakların gölgeli ve dar olması yazları yürürken aşırı sıcaktan korur ve ayrıca bu sokaklarda tembel tembel gezmenin keyfini daha bir arttırır. Bu şehrin labirent sokaklarında dolaşırken üstünde ev bulunan kemerli köprülerle de karşılabilirsiniz. Biz köprü diyoruz, yoksa köprü değil bunlar. Bir kere bunların altından geçiliyor üstünden değil. Yörede “kabaltı” denilen bu yapı biçiminden artık sadece bir elin parmakları kadar kalmıştır. Görüntüsü oldukça gizemli.

Ve işte, Eski Antep evleri… Her ne kadar akranlarının çoğu, yerlerini nevzuhur beton apartmanlara terk etmiş olsa da Antep’in eski evleri yıllardan beri omuz omuza vermiş, güngörmüş adamlar gibi yan yana zamana direniyorlar hâlâ. Bu evlerin benzerlerine, aynı geçmişi ve mimari geleneği paylaştıklarından, Güneydoğu Anadolu ve bütün bir Mezopotamya ovasında rastlanabilir. Yine de Antep, kendi rengini bu evlere yansıtmayı başarmış ve kendine özgü bir Antep evi tipi üretmiştir. Evler; istisnaları saymazsak, en fazla iki katlı ve iç içedir. Taşın işlenmesi zor ve uzun süre aldığından, ekonomi olsun, diye evler ortak duvar kullanılarak bitişik yapılır çoğunlukla. Bu arada taş deyip geçmemeli öyle. Taşın sanata dönüştüğü yerdir Antep. Antep evlerinin esas malzemesi yörede “havara” ya da “keymıh” diye söylenen yumuşak kalkerli kesme taştır. Bu taş, ocaklardan ilk çıkarıldığında yumuşaktır. Üzerinden rüzgar, su ve de zaman geçtikçe sertleşir, sağlamlaşır cinstendir. Güzel ve özel bir taş cinsidir. Yazın serin, kışın sıcak tutmasıyla meşhurdur.

Benzer konular

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir